PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

4 Ocak 2010 Pazartesi

Yastık Altı




Sonra bir battaniye daha örtersin uykusuzluğuna. Gözlerinden düşen ne uykudur ne de gözyaşı. Tanımsız devinimlerin usul gürültülerinde, yalpalayarak yürür ayakların. Kapanması zordur kadınlığın, birkez doğdu mu...

Küçük çocukların hevesli adımları var kelimelerimin hemen sağ tarafında. Hızla yayılıyor içimdeki sesler odaya. Eskiden çamurları karardım parmaklarımı nereye koyacağımı bilemediğim zamanlarda; şimdiyse kelimeleri. O zamanlar ortaya çıkan yaratının içinde saklı olan anlamı anlamadan, su ve toprağı harmanlar, vargücümle birkaç şekil yapabilmek uğruna, günümü devirirdim.
Avaz avaz kızılan oyunlarım...
Çamurun içinde zıplamaktan ölesiye keyif aldığım, bacaklarıma bulaşan kahverengiliğin gittikçe çatlaklaşan görüntüsüyle, ortalıkta fır döndüğüm zamanlarım. 'Bir daha kızsalar, bir daha yaparım' demek ne kadar da keyifliydi. Kısa pantolonlu, bol pasaklı günlerdi anlayacağınız.
Sonraları, minik ve şirin kloş elbiselerin hanımefendi görüntüsüne sakladım parmaklarımı. İki yanından tutunduğum eteğin parçaları arasından döndüm dünya içinde. Edası gamzemde tutuklu gülümsemeler savurdum içime, hep içime bakan gözlere. Hem çamurla haylazlığı hem de kendimden büyük elbiselerin hanımefendiliğini güldürdüm küçüklüğümde.
Bu çocuğun gözleri gülümsemekten hiç vazgeçmedi...

Dün gece, parçalanan defterimin bir köşesinde, attığımı sandığım bir cümleyle karşılaştım... Şarkı sözlerinin anlık hafızaya düştüğü anların birinde yazmış olmalıydım. Ne kadar zorlasam da oraya o cümlenin ilk ne zaman düştüğünü hatırlayamadım... Geçerliliğini içimde koruyan o kadar az şey varken, bu cümlenin hala içimde olması dingin bir huzur verdi. Belki yazardım o kelimeleri buraya ardı ardına. Belki anlatırdım anımsayabilseydim yazıldığı tarihi... Yalnızca mevsimin belirginliği sabit. Yaz. Ve gökyüzündeki çember...

İçimde bir büyük heyecan... Parmaklarımda da şaşkın kıpırtılarım...

Geçmiş zaman görüntüsüyle düşse de çocukluğum aklıma, bugünümden vazgeçememezliğimin tek nedeni halâ o. Ne zaman pabuçlarımın üzerine basarak yürüsem ancak o zaman üzerime giydiğim hüzünden sıyrılıyor adımlarım.

Akşam olur...
İstanbul kekik kokusuyla kaplanır...

Elinden içtiğim kahvenin tadını saklıyorum. Sakallarına düşen sızının, yüzümde bıraktığı çizgileri de... Gecenin bir yarısı bedenini titretirken sen, sana dokunup usulca yanaklarıma başını yaslayışını da. Haberin yokken uykunda seninle konuştuğum zamanları da... Sana dair her şeyi, zamanın birinde dokunmayı başardığın çocukluğumla birlikte tutuyorum...
...seni çok özlüyorum...

Kepenkleri birazdan kapanacak dört duvarın. Sigaranın tekmil dumanı saracak balkonun herbir köşesini. Bir nefes çekerken senden, bir nefes daha verecek gece.

Yastığımın altına sakladığın gülümsemeyi bulmaya gidiyorum. Biliyorum o hala orada. Bıraktığın yerde.

Ve yine biliyorum, ezgisi ağır bugünlerin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder