PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

8 Ocak 2010 Cuma

Ekmek Dilimi ve Bıçak



Gökkuşağı bağırtıları gibi sonsuza uzanan bir öğleden sonraydı. Henüz bana ne söyleyeceğini bilmiyordun. Öyle ya, bir de söyleyecek miydin kısmı vardı.  'Anlat' desem de bir şeyleri dile getirecek kadar bir cesaretin yoktu. Onca zaman senden ayrı kalmış olmam yetmiyormuş gibi bir de bu suskunluğun, iyice çıldırtıyordu beni. 
Eskiden olsa sabah kahvaltılarının en olmadık yerinde, " konuşsana be kadınnn" diye bağırırdın. Bunu nasıl ayarladığını bilmiyorum ama ne zaman elime bir bıçak ve ekmek dilimi alsam, beni yerimden hoplatmayı başarıyordun. Neden hep aynı sahnede, üstelik berbat bir zamanlaman olmasına rağmen, bana bağırdığını hiç anlayamadım. Yıllar geçti, halâ bu anlamsızlığının doğrultulabilir bir tarafını bulamadım. Yine de kaç defa seni o bıçağın ucunda düşünmedim desem yalan olur. Önceleri tatlı ve ufak bir laf sataşması olarak gördüğüm bu davranışın, ilerleyen zamanlarda canımı sıkan, sinirlerimi alt üst eden bir hâl almaya başlamıştı. Bıçağı dudaklarına fırlatıp bir parçanı koparmayı çok istedim. " Kadınnnnnn" kelimesinin ortadan ikiye ayrılmasını ve bir daha senin ağzından duyulamayacak olmasını ne kadar çok hayal ettim. 


Öfke nöbetlerini sen verdin bana. Sessiz ve uysal bir kadının süregiden davranış silsilesiyle nasıl yoldan çıkacağını seninle yaşadım. En sonunda, pijamalarını koridorda çıkarıp sırf bana inat olsun diye ortalıkta bıraktığın için bırakıp gittim seni. Belliydi çoğalan tahammülsüzlüğümün birgün böylesine saçmasapan bir sebepten ötürü ikimizi uzaklaştıracağı. 
Dayanamadım. O evin odalarında, seninle ortak bir yaşamı devam ettirme düşüncesinden hızla, kapıyı çarpıp kaçtım. 


Sokaklarda geçen birkaç uykusuz gece, çalılıkların en kuytu yerinde biten ağlama krizleri, bar masalarında devrilen makyajımı tuvalette temizleme gayretiyle, senin ve hayatın yaşam karnesinde en düşük notu almıştım. Evimin yolunu bulmaktan acizdim ve bu acizliğin tek katlanılır yanıysa o kapının "çatttt" diye kapanan sesiydi. En azından, o günlerde böyleydi. 
Uzun bir dayanma sonrasında gelen başkaldırımın tahribatı derindi. Bunu birgün, gözümü senin işten döndüğün saate takılı kalmış bir halde fark ettiğimde anladım. 
"Zamanla düzelir her şey" cümlesini, "zamanla düzelecek olsaydı her şey, şimdi bu saate böyle bakıyor olmazdım" cümlesiyle değiştirdim. Bir süre bunun avuntusuyla oyaladım kendimi. Böyle anlarda insan, ne çok oyalanacak şey buluyordu. Koltuklara uzanacak süre uzuyor; televizyonun kumandası avuçiçinin doğrultusunda bir yerde kendine yer ediniyor; tüketilen kahvenin, içilen sigaranın hesabı yapılmıyordu. Her türlü abur cubur, şekerleme, evin en sadık müdavimi haline geliyordu. 


Konuşmadan çekip gitmiş olmayı hazmedemediğimi anladığımda, geri dönüş için hangi yolları deneyeceğimi aramaya çoktan başlamıştım. Haklı haksız tartışmasının içine düşmemek için bir an önce çarpıp çıktığım evin kapısını yeniden anahtarlarımla açmalıydım. 
Neyle karşılaşacak olduğumu bilmiyordum. Belki de bu bir oyundu. Belki sen beni çok iyi çözmüştün ve seni terk etmem için senden beklemeyeceğim bir oyunculuk sergilemiştin. Her şey mümkündü.


Merdivenleri koşarak çıktım. En son kata geldiğimde yavaşladım. Aklımı kolaçan ettim. Olası bir şüphe belirtisine rastlayıp rastlamadığımı sorguladım. Çünkü şüphe insanı eritirdi. Sonradan katlanamayacağım bir duygu kümelenmesine izin veremezdim. Başa çıkamadığım şeylerin üzerine gitmemeyi öğrenmiştim ne de olsa. 
Anahtarlarımı çıkardım. Soğuktular. Sanki buzdan bir kütleyi avuçlamış gibi hissettim. Eşyaların da bir ruhunun olduğunu okumuştum bir yerlerde. Saçmalık! diye bile düşünmüştüm. Oysa şimdi burada, kapının hemen önünde, daha önce ısısını önemsemeden kullandığım  anahtarların hissettirdiklerini anlamaya çalışıyordum. 
Kilitli değildi. Evde olmalıydın. İçeri girdim ve her zamanki yerine çizmelerimi koyup sanki bir yabancıymış gibi koridorda yürümeye, seni aramaya başladım. 
Pijamaların halâ yatak odasının biraz  gerisinde o gün çıkarıp bıraktığın gibi duruyordu. Belli belirsiz bir müzik sesi geliyordu mutfaktan. Yaklaştıkça kulaklarımda çınladı: 
"Babe, baby, baby I'm gonna leave you. I said baby, you know I'm gonna leave you..." 


İlk bu şarkı sayesinde tanışmıştık. Salaş bir barda. Sarhoştun ve gelip yanıma bağıra bağıra bunu söylemiştin. Öyle sevimliydin ki! Gecenin o saatinde korkusuzca yanıma gelip hiç tanımadığın bir kadına, sabaha kadar aynı şarkıyı söyleyebilme cesaretini gösterebilmiştin.  Sırf bu yüzden sana aşık olmuştum. Sonraki günlerde ise hatırlayıp gülümsediğimiz her anımızda, mırıldanıp durmuştuk birlikte bu şarkıyı. Sanki evimizin bedeni olmayan diğer parçasıydı. İçimizde, bizimle birlikte yaşıyordu.


Mutfağın kapısının önüne geldiğimde, sandalyenin köşesine büzülmüş bir halde oturuyordun. Etrafa saçılmış bir sürü boş çikolata kâğıdı, hazır kahve poşetleri, kurabiye kırıntıları vardı. Anlaşılan sen de benim gibi abur cubura sarmıştın kendini. Benziyorduk. Sahi bu kadar benziyor muyduk biz birbirimize? 
Birkaç adım attım. Karşındaydım. Kaldırıp yüzünü bana bakmadın bile. Bir iki özür cümlesi aradım birkaç saat öncesinden kalan. Ya da güzel sözler. Bulamadım. Anahtarlar gibi sen de soğuktun. Her kadın gibi ben de tanıdık bir şeyler aradım yüzünde benden kalan. Fakat öylesine tepkisizdin ki nerede olduğumu, bundan sonra yerimin neresi olacağını kestiremedim. Kızmış mıydın, terk edip öylece çekip gitmemi kaldıramamış mıydın yoksa ne diyeceğini mi bilemiyordun onca gün senden ayrı kalışımdan sonra? 


Anlat desem de konuş diye bağırsam da bana söyleyecek tek bir cümlen yoktu! Sonra aklıma ekmek dilimi ve bıçak geldi. Hayalimde bir daha konuşmaman için dudaklarını parçaladığım o bıçak!!! 
Parçalanmıştın... Tek bir parça bile kalmamıştı senden. Önce cümlelerini, sonra kelimelerini ve en sonunda ise harflerini, o bıçakla söküp almıştım senden. Hızlıca çekmeceyi açtım. Bıçağı alıp sağ eline yerleştirdim ama sen solaktın. Değiştirdim. Ekmek, ekmek bulmalıydım. Poşetlerin içine, dolaba, olabilecek her yere baktım. Ekmek yoktu. Tek bir dilim ekmek yoktuuuu. Vargücümle bağırdım :


"Konuşsana be adammm" 















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder