PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

26 Ocak 2010 Salı

Eldivenler... Peki, Ya Siz?

Eldivenlerim, eldivenlerim yok! Bir cinayetin kelimelerini çıplak ellerle yazmak istemiyorum. Utanıyorum, kaçıyorum, sıkılıyorum, korkuyorum, saklanıyorum ama en nihayetinde donup kalıyorum. Birkaç gün önce aradığımda bulayım diye en sevdiğim ahşap takı kutumun içine koymuştum onları. Her gün mutlaka bir şeyleri orama burama takıştırdığımdan unutmam mümkün değildi. Görebilecektim her sabah işe gitmeden önce o kutuyu açtığımda ama şimdi yoklar!

Yok, çıplak ellerle olmaz. İpucu bırakmamalıyım. Bu cinayeti benden başka bilen olmamalı. Olanı biteni bütün ayrıntısıyla anlatabilmemin bir tek yolu var: O eldivenler. Her biri birbirinden farklı sekiz parmak rengi -ikisi mecburen aynı renk- ve sadece on harften oluşan, suç mahallinde bir iki kitabı bulunan o adamı başka türlü yok edemezdim. Öldürmeliydim. Kızmayın bana, yapacak başka bir şey yoktu. Hem denemedim mi sanıyorsunuz. Kaç gece peşinden gittim. Gelme artık buraya dedim, gelme bak bir gün canıma tak edecek tüm bu yaşananlar. Dinlemedi. Ağladım, yalvardım, kapris yaptım, yalan söyledim. Sırf bana ulaşamasın diye o en sevdiğimiz oyunu bile kırmayı göze aldım. Yaptım bunu da! Kırdım o oyunu. Saatlerce başında beklediğimiz, zamanın içinde kullanmaya ürktüğümüz sözcükler varmış gibi birbirimizi iteklediğimiz o oyunu, ortadan kaldırdım. Parçaladım. Bir tek sesini esirgemeyenleri bıraktım. Arada sırada da olsa insan hatırlanıldığını bilmek istiyor. İhtiyacım yok böyle şeylere diyemiyorum. Çünkü var! Ödüm kopuyor sessizlikten. Tadım tuzum kalmıyor. Evin içinde kendime ayırdığım köşede kalakalıyorum öyle zamanlarda. Yalandan da olsa gülsün istiyorum birileri bana ama ben yalanı hiç sevmiyorum. Kim sever ki? Söylediklerimiz için de ufak bir yanılgı payıyla, hepimiz geçiyoruz onun içinden bir defa bile olsa. Tamam, iyi niyetli olmayacağım bu defa. Birçok defa!

Elbette özlüyorum onu. Bu aralar en iyi yapabildiğim şey özlemek… Özlemeyi bile bilmeyenlerin olduğu bir dünyada parça parça da olsa özlemlerim, gözüm arkada kalacak kadar özlüyorum. Özlediklerim şimdi nerede? Biliyor muyum ben bu sorunun cevabını, daha önce vermiş miydim kendime. Hatırlamıyorum. Ara sıra böyle kısa unutkanlıklar yaşıyorum. Kırılıyorum. Sonra ne olduğunu bile anımsamakta güçlük çektiğim şeyler için saatlerce düşünüyorum. Bulamıyorum. İnsan bir şeyleri arayıp da bulamadığında sinirlenir miydi? Şimdi bu yazdan kalma gecede, şarap kadehini avuçlarımın arasında sıkıca tutarak arıyorum. Tuttuğum kadehe güvenmeyen acizliğime şaşkınlıkla bakıyorum. Karışan kafamın yardımına artık, parmaklarımın yetmeyeceğini çok iyi biliyorum.

Bu ev hiçbir şeye tanıdık gelmiyor nedense. Bir şeyler olmuş muydu meselâ şu odada? Girmeye, kapısını açmaya ölesiye korktuğum… Unutmuş, bu karmaşıklığı da bir kenara öylece bırakmış olabilir miyim? Yine kırılıyorum. Bu defa biraz zorluyorum düşünmeye fırsat vermeden kendimi. Galiba oluyor… Hayal meyal de olsa bir duygu gelip tam da kalbimin orta yerinden avuçluyor aklımı. Aklım yerinden çıkacak gibi! Her şey kendi düzeninden bağımsız hareket ediyor bedenimde. Yer değiştiriyor içimde koca bir geçmiş. Yavaş yavaş zihnim canlanıyor. Sanki içeriye girip kapının eşiğinden adımımı atacak olsam, yazılarını yazdığın o masada, kendine hayrı olmayan loş bir masa lambası ışığı altında cansız bedeninle karşılaşacak gibiyim. Korkuyorum sevdiğim, inan çok korkuyorum. O odaya giremiyorum. Oysa korkarak çıkmamıştım ben bunları anlatmaya. Her şeyi bütün açık sözlülüğümle anlatacaktım sana. Bu defa mecburen dinlemek zorunda kalacaktın. Kaçacak bir yerin, yapmak zorunda kaldığın işlerin olmayacaktı. Bilmediklerini, içime kadar üflediğin nefesinin bana neleri yaptırmak zorunda kaldığını bir bir, sonucunu düşünmeden sana söyleyecektim. Evet, kaçacak yerin yoktu ama kaçmadın da! Yani en azından herhangi bir güç gösterisinde bulunup ne bileyim, belki ellerimi tutup hareketsiz kalışımı seyretmek gibi bir şeyler yapabilirdin. Yapmadın. Küfretmek istiyorum. Masanın üzerindeki her şeyi dağıtmak, kalemlerini teker teker vücuduna batırmak, kırmak ve bütün bunları gülmeden, gülümsemeden ortalıkta en ufak insani bir yan bırakmadan yapmak… Neden, neden ellerimi tutmadın hayvan herif, kahrolası herif diye bağırıp sonra da düşüp bir kenara saatlerce hıçkırıklara boğulmak istiyorum.

Kayboluverdin işte. Tükenip son buldu bütün çabam. Aslı olmayan çarelerle, az ötede, kapının hemen ardında başlayan o korku yok oldu. Hiçbir şey bu sessizlik kadar öldürücü değil! Kapının eşiğinden bir adım atıyorum… Zaman geriye doğru sarmaya başladı. Çıplak ellerle bir şeyler yapmak istemediğimi hatırlıyorum. Yatak odasındaydım. Utanıyorum, kaçıyorum, sıkılıyorum, korkuyorum, saklanıyorum ama en nihayetinde donup kalıyorum.  Hatırlamıyorum, düşünüyorum, kırılıyorum, özlüyorum, korkuyorum ve parmaklarımın aklımın karışıklığını, saçlarımın arasında gideremeyeceğini artık çok iyi biliyorum.

Eldivenlerim, eldivenlerim yok! Hay aksi… Bunca şeyi onlar olmadan yazmış olabilir miyim? 
Bu cinayete kimler tanık oldu şimdi peki? 
Sizler mi? 
Peki, siz kimsiniz?




1 yorum:

  1. Öykücünün eldivenleri ne de güzel tutmuş cümlelerin, kurgunun bir ucundan...

    Öykücü usta bir terzi gibi teyellemiş düşlerini...

    Öykücünün tanıklığında tanıştırdığı düşler, muhakkak ki keyif aldırıyor okuruna...

    Tebrikler...

    YanıtlaSil