O telefonu açmayı hiç istemedim. Sen de biliyorsun, ne zaman benden uzaklaştığını düşünsem saçmasapan şeyler yapıyorum. Ya seni bir daha görmeyeceğime dair koca koca yeminler ediyor ya da 'lanet olası adam' deyip yaşantımdan seni hızla uzaklaştırmayı düşünüyorum. Güzel hayaller. Gerçekleşmesi neredeyse imkânsızlaşan -budalaca- yalnızlık beklentileri. Sonrasındaysa nedenlerle dolu, bir yığın, içinden çıkılmayan soru girdapları.
Baksana! Sen yokken, yani demek istediğim sesin, sözlerin yokken nasıl da çirkinleşiyorum. Aynaya bakmaya çekiniyorum. Bir daha sana gösterememe ihtimali olan bu yüzü, görmek istemiyorum. Demek beni güzelleştiren sendin. Buna ben mi izin vermiştim? Sahi, nasıl olmuştu o ilk karşılaşma. Mesela nerede duruyordum? İlk sen mi gelmiştin? Hava nasıldı? Yağmur yağıyor muydu? Hangi şehirdeydik? İstanbul bizim için mi bekletiyordu tüm yarım bırakılmış randevuları?
Yoksa bunların hiç birisi gerçekleşmemiş miydi?
O telefona saatlerce bakıp bütün gece nerede ve kiminle olduğunu düşündüm. Oysa her zamanki tanıdık o iklimin kollarında olman muhtemeldi. Kıskançlığımı her defasında yüzüme vuran kadının yanında. Bilmiyordu evet! Ne fark eder ki! Ben biliyordum. Sensizliği hatırlatacak onca şey varken, kalkıp "Böyle de iyiyim be deli adam", diyecek cesaretim yok.
"Bir orada bir burada olsan da her şey yolunda. Bak nasıl da yapabiliyorum sen yokken yanımda."
"Bir orada bir burada olsan da her şey yolunda. Bak nasıl da yapabiliyorum sen yokken yanımda."
Yapamıyorum işteeee. Olmuyorrrr. Hangi arada anlattın onca şeyi kalbime. Ne zaman söz geçirdin içindekilerle bana, bu söz dinlemeyen kadına! Aklıma tuhaf tuhaf şeyler geliyor geceyarısını çoktan doğrultmuşken zaman. Meselâ bir gelinciğin hüznü nasıldır diye düşünüyorum. Kırılgan, naif yapısında kimi zaman başedilmesi zorlaşan, usulca kapılarımızı aralayıp içeri giren hüzün, minicik bir gelinciğin yaprakları arasında ne arar? Korkmaz mı incecik yaprağın üzerine gelip yerleşmekten? Ne zoru olabilir ki böylesine korkunç, acımasızca bir şeyi yapmak için?
Sonra, küçük bir oyuncağın bazı anlarda konuşabilmek adına yerinde duramadığını gördüğümü, görmek istediğimi düşünüyorum. Sanki ayaklarını serbest bırakan o boşlukta, bir şeylerden kurtulmak için çaba sarfettiğini ama bunu bir türlü başaramadığını hissediyorum. Onu ben seslendiriyorum. Ne bileyim, belki de abartıyorum.
Dedim ya, ne zaman benden anlamsızca uzaklaştığını düşünsem, ya olur olmaz bir şekilde kendimi buna inandırmaya çalışıyor buluyorum ya da saçmasapan şeyler geliyor aklıma.
Ahh o telefon. O telefon beni baştan çıkarttı hep. Varsa yoksa onun içinden aklıma kazınacakları bekledim durdum. Sonunda -işte böyle zaman gelip geçince- neye saracağımı, seni nasıl sarsacağımı bilemedim. Aslı olmayan hayaller peydahladım. Uykuda, uyanıklıkta, yarı sızmış bir halde seni aradım. Seviştim. Seni anlattım. Koridorda yürüdüm. Işığı gereksiz yere açıp kapadım. Şarap içtim. O en sevdiğim tarçınlı kurabiyelerden aşırdım. Sokağa çıktım. Tanımadığım birinin cümlesiyle irkildim. Eve geldim.Yatak odasına girdim. Yatağa uzanıp o ilk zamanların heyecanını yeniden yaşamak istercesine telefonumu elime alıp eski görüntülere baktım. Sonra, sonra işte her şey yeniden başa sardı. Geçtiğim her düşünceden yeniden titizlikle geçtim. Bir ara senin dediğin gibi 'deli kadın' olmak sanırım böyle bir şey olmalı diye bile düşündüm.
İnsan bazen kendi bilinçsizliklerine gülüp geçiyor. Aldırmamazlık zırhını çekip kaldığı yerden devam etmek istiyor. Şimdi ne yapacağım diye düşünmekten kendimi alıkoymak adına bunları düşünüyorum evet! Nasıl da iyi tanımazsın beni. Sahi, hiç tanımıyorsun değil mi beni? Bak görüyor musun, haksızlık etme eğiliminde bile olabiliyor insan böylesine karmaşık bir ruh hali içindeyken.
Yok yok, sana karşı ufak sitemlerim sadece bunlar. Tatlı, kaçık, uçmak isteyen bir kadının kendi halinde mırıldanmaları. Bir şeyleri boyama isteği hepi topu. Sen oradasın. Kılcallarımın içinde durdurak tanımadan beni sana yaklaştıran o ince çizgide.
Yok yok, sana karşı ufak sitemlerim sadece bunlar. Tatlı, kaçık, uçmak isteyen bir kadının kendi halinde mırıldanmaları. Bir şeyleri boyama isteği hepi topu. Sen oradasın. Kılcallarımın içinde durdurak tanımadan beni sana yaklaştıran o ince çizgide.
Düşünmek böyle bir şey! Ucu bucağı olmayan, kalbindeki herhangi bir yere günü geldiğinde biri dokunduğunda, yıldızların arasına kendini katıp yol almak gibi... Gündelik telaşların içinde ufak da olsa yer bulma çabası yaşanılanlara. Özlemin dilini çözemeyince, kendi dilsizliğinde kaybolmak!
Gece oldu. Korkmuyorum. Uykuma gel istiyorum. Rüyanda evime gel. Sana hazırlanmış olarak açayım kapıyı her zamanki gibi. Birlikte terk edelim özlemi. Bırak, biraz hırpalayayım severken seni. Sıkıca bastırayım göğsüme. Aldığım her nefes, bir sonrakine yetişmek için nefes nefese kalsın. Sil baştan dokunayım ezbere bildiğim tenine. Küçük, sevimli bahaneler uydurayım bir daha hiç gitmemen için. Yine o yağmur yağsın. Saçlarımda yağmur ve sen ol. Hani sormuştum ya, ilk nasıl gelmiştin diye. Elbette biliyordum her şeyi. Nerede olduğumuzu ve hangi şehirde. Saatini bile hatırladığım bir hafıza bıraktın geliş gidişlerinle.
Unutmak mı?
O telefonu her defasında açacağımı bilecek kadar unutabilirim seni ancak. Geri kalanının hepsi özlemden! Tanrı biliyor ya sevgili, senin de gülüşün sapladı bir gerçeği gözlerime. O yüzden bu özlem bir kanatır bir sağaltır içimdekileri hiç durmadan.
Bir öyküye en çok gözlerim değil de kalbim dokunursa seviyorum.
YanıtlaSilBuna etken olan da, yazanın sırrı sanırım.
Senin; her biri , bir efsunlu tabloyu andıran öykülerini seviyorum...
Tanrı düşlerine zeval vermesin...