“Zarları hep yanlış yere koyuyorsun. Ne zaman onları kendi yerlerinde görmesem, bir şeylerin daima yanlış gittiğini anlamak zor olmuyor. Dilersen sana istediğin kadar vakit tanıyabilirim ama bilirsin, bazı şeylerin ortadan kaybolup bir gün yeniden ortaya çıkabilme ihtimalini bilmektense, onları yok etmek en iyisidir.”
Kayboluşların gece olunca çöreklendiği, kendini daha fazla belli ettiği yerlerin birinde rastladım sana. Sesli sözcükler yerine bu defa, en sessizleri vardı karşımda. Daha şimdiden nasıl bir başlangıç yaptığımı kestirmek zor gibi görünüyor. Belki de her zamanki gibi uğradım buraya. Birkaç kadeh şarap, toplanmak nedir bilmeyen bir oda, dağınık bir ruh hali ve dağınık bir bedenle. Bilinçsiz yanlarımı anlamak istemiyorum kızgınlık anlarımda. Öyle kırıp dökmek gibi aşırı davranışlarım da olmadı hiçbir zaman. Her şey beynimin içinde. Orada, o kimsesiz karmaşada olup bitiyor her şey. Dokunmak, onu yerinden oynatmak bile istemiyorum.
Bazı şeyleri değiştirebilecek kuvvette olmayı bilmek ne kadar yorucu öyle değil mi? Hani hep derdin ya bana, “ İşin gücün eline saçmasapan bir alet alıp orayı burayı deşmek; üstelik eline ne aldığını bile bilmiyorsun çoğu zaman.” Kendimi aptal hissetmemi sağlardın. Oysa değildim. Yalnızca seni inandırmaya çalıştığım bir kurmacanın başrolünü sana vermekten haz alıyordum. Haince, kabul ediyorum ama başka yolu yoktu seninle konuşmanın. En akıllıca yolların arasından usulca sıyrılabilmeyi başarabildiğim zamanlarda, kapımı çalıyordun. Her zamanki kostümlerimle karşılamayı seviyordum seni. Parmaklarımın arasında bastırdıkça oraya buraya dağılan şu küçük jel torbası gibiydin en fazla benim için. Değerlerinin toplamı, değersizliklerin artmaya başladıkça azalıyordu.
Bir kadını ürkütücü denecek kadar yoldan çıkartan sebepleri, sessiz kaldığın zamanlarda sen vermiştin bana. Senin bıraktıklarını toparlamayı öğrendiğimde şekillenmeye başladı her şey. Bir kadına güzel cümleler söyleyip onu kendine inandıracağın masalını ezberlediğin günlerin birinde, odanın en ücra köşesindeki bir yere dalıp gitmişken anladım hikâyeni. En fazla bir iki parantez açabilecek kadar bir öngörü bırakmış olman yetse de yine de bu acımasızlığın en büyük payını üzerime almaktan dolayı keyif alıyorum. İnsan en çok da tahmin etmediği yerden soru geldiğinde afallıyor öyle değil mi? Tanıdık yalanların peşpeşe gelişini sahte bir gülümsemeyle ve inanmışçasına karşılamam seni baştan çıkarmıştı. O masal var ya, sen o masalın içindeki kahraman bile değildin. Kazandığını düşündüğün her konuşma anında yanılgılarının esiri oluyor ve bir kadını yavaş yavaş kaybetmeyi anlayacağın günü bekliyordun. Evet sevgilim, bilmediklerin arasında sana söyleyemeyeceğim daha neler var. Şimdilik senin zarlarını kullanmakla yetineceğim. Hani sözüm ona gözünden bile sakladığın ama unutkanlıkların arasında her nasılsa onlara da yer verdiğin harika rol arkadaşlarınla.
Hatırlıyor musun bir defasında en sevdiğim taş yüzüğümü kırdığında, “ İnsanların değer verdiklerine karşı takındığın dikkatsiz davranışların seni ele veriyor. Sen bunu umursamıyorsun ama bazı gözler unutmamak için yer alır hayatımızda. İyi bir fotoğrafçı gibi kaydeder olanı biteni. İnsanın film şeridi, gözleridir. Dikkat et” demiştim. Yüzündeki ifadeyi hatırlıyorum da o sahnenin aptalı yine bendim. İtiraf ediyorum, o günlerde her şeyin izin hakkını sana devretmiştim. Koşulsuz bir teslimiyetin en hararetli zamanlarını yaşıyorduk. Teslim olan bendim. Ta ki o labirenti bulduğum güne kadar.
Sancılı birkaç günün sonrasında, kabul göreceğin bir şeylerin içine bırakınca insan kendisini, mutlulukla mutsuzluk arasında bir denge kuruyor. Koca bir bavulun içine sıkış tıkış doldurduğu eşyaların en son ne zaman kullanıldığını anımsamaya çalışıyor. Alınıp verilemeyenlerin hesabında sayıklıyor yalnızlığı. Kemirgen yanlarını sorguluyor bir aşkın. Bulunduğu mekânın bütün çizgilerini en ince ayrıntısına kadar sömürüyor. Gözün gördüğü gerçeklik şekil değiştiriyor ve yaşanmış anıların pençesinde bir perde aralanıyor. Daha önceden merak etmediği bir iştahla kabartıyor gövdesini kuşku. Sanki oda biçim değiştiriyor ve bir lâbirente dönüşüyor. Yardımsever bir lâbirente. Kadını kendinden soğutan adamın yaptıklarını birer birer döküyor yol üzerine. Her adımında yeni bir yaşam belirtisi bulmanın acısıyla yola devam ediyor kadın. Girdiği her kapıda karşısına çıkanların şaşkınlığında kimi zaman da bazı şeyleri daha önceden bilebilmiş olmanın verdiği üzüntü ve farkındalıkla ilerliyor. Tahammül ettiği şeyler için geçerli bir sebep arıyor ve bulduğu sebeplerin memnuniyetsizliğinde çıkış kapısına doğru gidiyor.
“Sana şu zarlara dokunma demedim mi kaç defa? Neden ısrarla benim hoşlanmadığım şeyleri yapmakta diretiyorsun. Kime ne faydası var? Bak yine bulamıyorum. Sen kendi hayatının içinde yap değişiklikleri, benim hayatımdan ne istiyorsun? Bir daha asla dokunmayacaksınnnn onlaraaaa!”
En çok da kendi iç seslenişlerimizde başlar sorunlar çoğu zaman. Nereye koyacağımızı bilemediğimiz düşünce ve soru karmaşıklığı arasında, nelerin gerçekte bize ait olduğunu, bizim aklımızdan çıktığını bilmek zorlaşır. Konuşulmayan ve ortaya dökülmeyen başlıklarla günün birinde karşı karşıya gelmek beklentilerin de yörüngesini değiştirir. Ya acınacak derecede başladığınız yere geri dönersiniz ya da gidilecek yolu bir an önce bulma hevesi içerisinde ne yaptığınızı bilmeden, deşer durursunuz bir şeyleri. Yardımsever labirentin de çıkmazlarıyla karşılaşabilme ihtimalini anladığınızda, geçtiğiniz bütün kapıların gerisinde ufak da olsa unutabileceğiniz ayrıntıların varlığı sizi rahatsız eder. Bütünüyle emin olduğunuz ve bir ilişkiyi yerle bir etmeye yeteceğini düşündüğünüz her şey silikleşmeye başlar. Burası, tam da geldiğiniz yolu geri almanız için yeterlidir. Göze aldığınız ve yüzleşmekten korkmadığınız geçmişiniz için başlangıçta sergilediğiniz cesaret gösterisi, bir anlık hareketinize bağlıdır. Ya teslimiyet duygusuna yeniden teslim olacak ya da oynanan zarların avucunuzdaki sıcaklığını unutmadan, başladığınız işi bitireceksinizdir. Kim ne derse desin vazgeçmek zordur. Alışkanlıklarla örülmüş bir kalenin yıkılması sonucunda geride kalacak olana kısacık bile olsa bakmanız aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamanızı kaçınılmaz kılacaktır. Yardımsever labirent, kendi öz benliğine dönüşecek ve siz orada, labirentin içinde bir yerde, yalnızca duygularınızla birlikte baş başa kalacaksınızdır. Mantık torbanızdaki çekiliş haklarınızı acemice kullanmış olmanın verdiği sonuç, toplayarak getirdiklerinizi dağıtmanızla son bulacaktır.
“Zarları hep yanlış yere koyduğunu düşündüğümde başladı her şey. Ne zaman onları kendi yerlerinde görmesem, bir şeyleri düzeltme çabası içine girip her şeyi daha da berbat ediyorum. Ayrılan zamanın hiçbir anlamı yok! İhtimallerin tükendiği, işin içine uzatmaların girdiği bir dönemeçte, size ait olmayanı almaya çalışmanın da kimseye bir faydası yoktur. Yerlerini göstermek yeterlidir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder