PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

5 Eylül 2011 Pazartesi

"Ürkek Bir Gülümseme ve Özgürlük Molası"

Haliç ışıl ışıl. Geçenlerde aklıma bir şarkı düşmüştü. Türkçe sözlerinden birini yazmak istedim. Sonra nedense vazgeçtim. Şimdiyse hiç beklemediğim bir yerden onu duydum. O andan beridir içimde bir karıncalanma, durduramadım.

An geçer. An içinde yıllar boyunca sakladıklarınızsa geçmez. Hain bir kelime, takıntılı bir tavır gibi içinize oturur. Bazen bir isim, bazen yaşanan birkaç sınırlı zaman. Alır ve özenle saklarsınız. Bir terzi nasıl ince ince dikerse elindeki kumaşı, siz de hiçbir eksik yan bırakmadan ama çokça eksilerek kendi vitrininize, aklınıza dikersiniz. Belli bir süre sonra o dikişler atmaya başlar. Her ne kadar korumak için gözünüz gibi baksanız da gün gelir bir daha giymeyi istemeyeceğiniz bir hale gelir. Üzerinize yakıştığını düşündüğünüz, her defasında büyük bir merakla yeniden giyinmeyi düşündüğünüz kumaş artık giyemeyeceğiniz kadar kendisini unutturmaya başlar. Eğer iyi bir biriktiriciyseniz, "bir daha" hayatınızda olmayacağını bile bile alır onu elbise dolabının, yani kalbinizin, en özenli yerine yerleştiriverirsiniz. Bir zamanlar dışınızı güldüren, gök/yüzünüze güneş ışıklarını yerleştiren, hatta çoğu zaman yürüyüşünüzün şeklini değiştiren elbise yoktur.

"Gözlerime bak" der şarkıda, bakamazsınız. Fazladır. Daha fazladır. Kendi sesinizle dinlersiniz. Bir battaniye gibi örtersiniz müziği içinizdeki çıplaklığa. Müzik kuşatır. Susmaz. Kapatsanız da o melodi döner dolanır. Ritm hızlanır. Sözler anlatır. Duymasanız da bilirsiniz. Çünkü daha birkaç gün önce o sözlerin üzerinden defalarca geçmiş, bir cümleyi aklınıza keskin bir bıçak izi gibi kazımışsınızdır.

Bundan öte bir şey söylememin yararı yok. Sıktıkça sıkıyor. Bir bunaltı takip ettikçe çoğalan. Bu beklenmedik karşılaşmanın yüzümde bıraktığı ürkek gülümsemenin şahidi sadece benim. Şimdi gece sakin sakin teslim olmakta zamana. Olaylar oldukça uzakta kaldı. Benim de bir özgürlük molasına ihtiyacım var öyle değil mi?

Umursamamak da değil bunun adı belki ama çok sıkıldım.


2 Eylül 2011 Cuma

Eylül

Yazmasam olmaz, Eylül gelmiş. Bir büyük bahar coşkusu içimde, yalnız salına salına ve öylesine sakin. Kaldırımlardan yürüdüm bütün gün, caddeye inmeden. Kulaklarımda Ezginin Günlüğü'nün 'Dargın Mıyız' albümü. Bazen hiç beklemediğiniz bir sesle uzaklaşır gidersiniz şehrin kalabalığından. Ama kendi içinizdeki kalabalık, işte o, daima oradadır. Baksanız da bakmasanız da oraya, hep elleri açık bekler. Neyi kabul ederseniz iyi-kötü fark etmez, habersiz tavırlarınıza aldırmaz, kucak açar.

Bu seneye sığdırmaya çalıştığım, kuşandığım birkaç düşünce var. Böyle hayaller büyütüyoruz ya, işte onların samimi yol arkadaşlığıdır, sevgisidir bütün bu yolculukların devamlılığını sağlayan. Meselâ köşe yazarlığı yapmayı istiyorum. Arkadaş sohbetlerinde, bazen gelen yorumların etkisinde "neden olmasın? dedim kendi kendime. Bir de bir şey daha var ki aklıma yatan, olması için çaba sarf etmem gereken onun için de en kısa zamanda harekete geçmeyi planlıyorum. İnsan isteklerine, çalışmayı en çok sevdiği alanda kavuşabilmek adına hayaller büyütmesine büyütüyor da bir de bunların olabilmesi için ilk adımı atmazsa, zaman dediğimiz cellat tepesine gelip kuruluyor. Cellata fazla yüz vermemek de lâzım. Hayat bu. Kısa ve uzun. Her an her şeye göre yönünü değiştirebiliyor. Ne kadar çabuk elinden tutup birlikte yürümek için karar verirsek o kadar iyi.

Uzaktan bakarak dünyaya, içinden geçerek kimi sokakların ya da yolun sonuna doğru şöyle uzak ara mesafeli bir bakış atarak gelip geçti yaz. Kimi sözlerin avunmasız olduğunu öğrendim bu yaz. "Gökyüzü bazen ciğerime doluyor." diyor ya Ezginin Günlüğü, o nasıl bir nefesse tükenmesin istediklerimden. Bir yerlerde unutulmanın, kimi insanların hayatına apar topar girip çıkarılmanın, sonra da hiç orada olmamışsınız gibi davranılmasının "modern" bakışlı anlatımlarıyla tanıştım. Geçen zaman durakta bekler gibi de olmuyor çoğu zaman.

Kararsız kaldığım, yapsam mı yapmasam mı arasında deyim yerindeyse 'can çekiştiğim', bir hata "daha" yapmamak adına kendimle bol bol konuştuğum anlar oldu. Altını çizdiğim kitaplara baktım. Nelerin üzerinden geçtiğimi, hangi düşüncelerin aklımda yer ettiğini yeniden görmek için. Bol bol Turgut Uyar okudum. Bu yaz onun yazı oldu. Egoist okur daima yanımdaydı. Okudukça iyi hissettim kendimi. Bir de en önemli olaylardan birisi de müthiş bir 'saplantıdan' kurtuluşum oldu. Kocaman boşluklar nasıl da açılmış içimde ben farkında olmadan. O boşluklara da benden selam olsun! Meğer 'söz' denilen kelimenin anlamı ne çok boşaltılmış. Türlü oyalamalar devreye girmiş. Sonunda da baştan savma bir cümlenin içerisinde: "ama ben..." diyerek o son nokta konurmuş.

Eylül bana hep yeni doğmuş bir çocuk kadar umut verir. Bir başkadır gerçekten de diğer bütün aylardan. Adındaki harflerin içerisinde giyinir doğayı. Sanki hepsi tek tek düşecekmişçesine narindir. Bir dokunsanız kırılacakmış gibi boynunu eğer. Ne olursa olsun güçlüdür. Bangır bangır ben geldim diye bağırır. Duyarsınız mutlaka. Baharın tadı başlangıcından veya sonundan bellidir.

Şimdi tatlı bir uykunun yol arkadaşlığından hemen önce gelip geçen her ana, sarf edilmiş her küçük, büyük cümleye, türlü anlamlara, geçip giden her şeye eylülle birlikte veda zamanı da geldi. Yolunuz değil, içiniz açık olsun. Yol bir şekilde açılır.

Müzik dolu bir eylül olsun! http://www.youtube.com/watch?v=_aKpYgLNEPA