Kayıp sandalın gece şarkıları mırıldanırken düştüğü sessizlikten çırpma huzur anları. Sol yanağımı koyduğum yere uykun konaklamış. Sıcaklığını bırakıp gittiğin yerde, volta atıyor bedenim.
Bütün gün yıldızlar sallandı gözlerimin ucunda. Şüphe kaldırmayan bir pınarın aktığı derinlikte, sere serpe olmuş kırgınlıklarım. Bir yerde, müziğin ritim kaybına doğru yol aldığı tanımsız bir boşlukta, sorular sıkışıp kalıyor sayfa aralarında. Her canlının göç mevsimi farklıdır. Belki de bu yüzden dağınıktır yaşamın ipuçları...
Zil sesi...
Hızlandıkça hızlanan aksak düşüncelerim, tırnaklarımdan akan ojenin birbirine karışan rengine dalıp gidiyor. Hükümsüzlüğe en çok da kurşun sesi yakışıyor.
Dalgalarla boğuşmak kadar yorucu, sabahın erken saatlerinde başlayan yoğunluk. Henüz uykudan sıyrılamamış parçalarımın ayaklarıma değen peltekliği, geri sayıma doğru yakınlaşmama neden oluyor her defasında. Önce koşuşturmaya, sonra bedenimdeki hızı kesmeye başlıyor bu karmaşa.
Yaşamın en çok hangi noktasında "dursun, yeter artık bu dönence" dersiniz ki!!??
Basgitarın kaldırdığı iç, içim...
İşkence çeke çeke birbirine değiyor teller. Huzursuzluğu yaran diğer etkenler de olmasa, kırık dökük anlarımdan başka neredeyse hiçbir şey kalmayacak.
Benden olma, bana karşı dolmuş, birbirine hain, öfkeli, nice yaratılmış duygu çemberinin olduğu yer bu sandal. Ağırlığı nereden verirseniz, oradan sallanmaya başlar... Açık mavinin sığlığında güvenli bir ısınma yürüyüşünden sonra, bedenin yüksekliği, mavi koyulaştıkça yok olur. Sırılsıklam ölümü nereye koyarsanız, oradan dolmaya başlar tükenmiş yaşam.
Beyninizin hangi sinyalinde "artık kemirilmek istemiyorum" diye düşünürsünüz ki!!??
Elektrogitarın tetiklediği son...
Uzun bir intronun biteceği saniyeyi iyi biliyorum. Ritmin değiştiğini, birazdan sözle yoğrulmuş hislerin tane tane döküleceğini hissedebiliyorum. Nereden baktığımı, neye kanaat getirerek kelimeleri dizdiğimi, parmaklarıma anlatamıyorum bir türlü. Bas bas bağırıyor kulağımın dibindeki adam: " İstanbul Twilight"...
İşte yine her şey toparlanıyor başucuma. Kırmızı yuvarlağın kollara ayrılan tahta yapısında, yorgunluğumu törpülemeye çalışıyorum. Kapladığı alanın vücuduma dokunduğu yerde, sona eriyor gün.
Derin bir nefes...
Orta şekerli bir kahve...
Çilek kokulu odamın yamacında, küçük bir odun parçasından umduğum medet...ki mevsimi çok kısa süren çilek, en dayanıksız meyvelerden birisidir. Tütsü koynunda uzatmaya çabaladığım bir ömür, nereye kadar dayanabilir ki?
Derliyorum...
Bütün araçlar toplandığında, yalnızlığa alışılmadık bir aşk geldiğinde, dile gelir işte mırıldanmalar böyle. Telefon sesinde, açık kitapların sayfa çevirirken rastlanan düşünce sıçramasında ve iç kavgaların şiddetlendiği diğer tüm zamanlarda...
Belleğimde açılan yeni verilerin silinmeyeceği, kum tanesinden ince, elenmiş sevgine kıvrılıyorum. Kayıp sandal, huzur melodisinde konaklayadursun...
Maybe you're in the middle of a storm you know waves are crashing over your tiny little boat there. Maybe you did what you had to do to get out
YanıtlaSil...kayıp sandalların içindeki bizler..belki kureklerimiz kırıldı fırtınanın gücü ile yada daha da vahimi yüreklerimizdeki inancımız mı tükendi..nedir arayıpta bulamadığımız ? ne işimiz var okyanusun ortasında ? neden kaçıyoruz? sığ tekdüze gündelik hayatlarımızdan mı?