PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

31 Aralık 2009 Perşembe

Yalnızlığın Düğmeleri


Alkışlanan bir yaşamın neresinde durur oyuncular ve biz, hangi rolümüzden kalma acılarımızı ortaklaşa yaşıyoruz farklı zaman dilimlerinde farklı şehirlerde?

Şimdi kapa çeneni ve sana söylediklerimi iyi dinle...!
Var ettiklerimi bir kalemde yıkmana izin vermeyeceğim...

Yoğun bir koşturmacanın hemen ardından, saatin geçmişliğine aldırmadan yine aynı yerime vakit kaybetmeden kuruluyorum. Birkaç ışık demeti, belli belirsiz de olsa gözlerimin bir kenarına sızlana sızlana düşüyor. Görmemezlikten gelmeye çalışsam da nafile. O küçücük haliyle bile gözlerimi almaya hevesli. Sanki küçük bir oyun kurmuş kendisine ışık parçacıklarından oluşan. Gözlerimi yakaladığı, o büyük kavuşma gerçekleştiği anda inanılmaz derecede mutlu oluyor ve şöyle yayıla yayıla odanın duvarlarına kuruluveriyor.

- Ben sana yapacağımı bilirdim ya, dua et yazmam gereken yığınla yazı var. Yoksa şimdiye kadar çoktan karışırdın sen de karanlık uykuların en sessiz yolculuğuna.

...

Geçen gece aynanın karşısında oturmuş omuzlarıma düşen saçlarıma bakıyordum. Kim bilir tadını unuttuğum kaç dokunuş kalmıştı tellerin arasında. Deniz suyu mu dersiniz, güneş ışıkları mı, rüzgâra karışan toz zerrecikleri mi? Daha neler neler... Her birinde aynı dört mevsimin, farklı tonları yaşadı yıllar boyunca. Bazen yaşadığı değişikliklerden olsa gerek, hiç yüz vermedi bana. Elime aldığımda ölü bir dokuymuşçasına, rengini ve diriliğini esirgedi dokunuşlarımdan. Yine de düşünmedim, salına salına dolaşacağını, dans edeceğini bildiğim omuzlarımdan onları ayırmayı. 
Yaz mevsimini tıpkı benim gibi, sevmediklerini biliyorum. Bağımsızlıklarına onlar da ez az benim kadar düşkünler çünkü. Bu sıcak mevsimde şöyle havalana havalana dolaşamıyorlar, farkındayım. Islak bir bedene, sırılsıklam bir şekilde konukluk etme zorunluluğunda olmaları ve ben bir şey yapana kadar da orada öylece kalacak olmaları ne kadar kötü değil mi, bir düşünsenize?
Hem toplasam saçlarımı ne çıkar ki? Yine boğulacaklar sıcağın alnında sarmaş dolaş...
Yok yok onlar için en güzel mevsim sonbahar... Rüzgârına aşinalar hem.... Sadece rüzgârına mı, bu mevsimi baştan ayağı oluşturan her dokuya…

Sonbaharın kızı olmak hep bir anlam kattı yüreğime... Neden diye sorgulamadığım, cevaplarını aramayı istemediğim binlerce soru olsa da aklımda, hepsini arka planda bıraktım. Günün birinde oradan çıkacaklarını bile bile...
Neyi beklediğimi inanın ben de bilmiyorum...

Bir yaşamın yeni bir nefesle yeniden anlam kazanması ve sonrasında zoraki katlanılan bir yığın, sebebi şehirlere bağlı ayrılıklar peydahlıyoruz zamana karşı. Neresinden bakıyor yaşam bize veya biz yaşama nereden bakıyoruz?

Bize rağmen üzerimize basıp geçen, yalnızlığın düğmelerini hoyratça ilikleyen ve gecelere sığınmamızı sağlayan öyle çok yazgımız var ki geçmişten bugüne getirdiğimiz...

"Ateşlenen bedenimin ihtiyacı var yağmur ellerine, ben yetişemiyorum yâr..." 

O Köşede



O köşede inmeyecektin. Daha anlatacaklarım vardı.Bak kızdırdın yıldızları...


Dört duvar...
Bir yalnızlık çekiyor kanatlarımdan bir de sessizlik...
"Dur!" diyorum, dur ve bir defa olsun dinle...
Bakışlarına astığın öfke, parmaklarını sertleştiren yazgı benim değil!!
Dur ve dinle...
İstersen soluğuma karış ya da ne bileyim içimden bir renk seç, senin için sakladıklarımdan; ama ne olur, bari sen çekme kanatlarımdan...
Bilmezsin, nasıl da kırılgandır uyurken düşlerim... Hani bir gece ansızın çekip gitmiştin ya, ilk o zaman anladım bunu. Sensiz kanatlarım yoktu benim. Gitme diyecek oldum, gecene inecektim; ama sen çoktan karanlık koridorlarına doğru yola çıkmıştın. Sesime karıştırdığın göz yaşlarımla ve kanatlarım kırılmış bir şekilde, uzun bir uyanıklık haline sokmuştun beni...
Bilmeden mi?
Biraz daha fazla kalsaydın yanımda gerçekten acıtır mıydı söyleyeceklerin?
Oysa, oysa anlatacaklarım vardı daha...
Sana biriktirdiğim sayfaları okuyacaktım. Her biri sonsuzluk olan... Neşter çabukluğunda vücuda işleyen...
Uzandım...
Gökyüzünün sana uzanan genişliğine.
Kirpiklerimde ağırlaşan suların gel-gitiyle, uzandım...
Geceyi aydınlatan tek bir yıldız kalmıştı. Ona baktım... Konuşmaya çalıştım... Ama o çoktan rengini almıştı gözlerimden...
Biliyorum o da kızmıştı... Kim bilir hangi parçasına dokunmuştun kanatlarımı kırarken.
Gittin...
Sancılı bir baharı henüz yeni yeni toplamaya başlamışken ben, karakış çoktan gelip yerleşmişti içime. Kaç defa arkandan bağırdım... Gündüz ve gece... an be an...
Yoktun...


O günden sonra ben de sustum. O köşede inmeyecektin...