PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

26 Haziran 2010 Cumartesi

Kelebeğin Kanatlarındaki Dizeler

Denize karşı yazıyorum sana... Sessiz ve sakin...
 Sana yazıyorum, seninle konuşuyorum.
Bu mektup sana ulaştığında, bugünü hep hatırlamak istersen...
...unutma... Ona gözlerim değdi... Ellerim dokundu.
Burada seni bekliyorum, titreyerek.

                                                                                                                      Theodoros Angelopoulos/Eternity and A Day


Onlar küçük bir umudun peşinde sıralanmış dizelerdi. O ki ellerinden tutarsa yanı başında konaklayacak, bir tutam mavi gökyüzüne dalan bakışlar için kendilerini açığa çıkaracaklardı. Yeryüzü kendi kimliğinden sıyrılıp onca yaşanmış saldırıdan arınıp bu şölene ev sahipliği yapacaktı.

Önce Ahmet Muhip Dıranas devralır mısraları:

" İnsan yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar birgün bir camı açtığını..."

Cam açılır mı açılmaz mı onu ancak gelecek zamanın içinde bir yerlerde bulacağızdır. Sonra Edip Cansever'e sıra gelir. Seçim yapmak böyle zamanlarda hiç zor olmaz sanki. Çünkü bellidir istenen. Onlar bunu bilirler ve şöyle der şair:

"...Neredeyim
Kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim..."

Nasıl olduğunu sorar ya Ruhi Bey, onlar da merak eder 'senin' nasıl olduğunu. Seninle o kadının nasıl olacağını. Yol uzundur. Konaklayacak daha çok cümle ve paylaşılacak mısralar vardır. Kurşunkalemin ucu biraz körelmiştir. Kalemtraş hiç vakit kaybetmeden devralır gittikçe yalnızlaşan siyahlığı. Tüketildikçe can bulur kalem. Azaldıkça üretir. Yola çıkmak için hazırdır kurşunkalem. 'Sol'da bir yerde yer edinir kendine ve konuk olduğu yerde bu defa Cemal Süreya oturuyordur. Keşke der ve başlar söze:

" Metinlerde buluştuk kopkoyu deyimlerde
Koşut ve eş zamanlı okuduk kimi kitapları...
Uzaklardaydın, oracıkta, öbür kıtada
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni"

Her keşkenin öncesinde sıralanır özlem de bekleyiş de sitem de... "Onlar" nedenlerini şaire bırakırlar. Sus payını devralırlar yaşamdan. Sona doğru yaklaşırken güzel akşamlarda dizdize okumak için Özdemir Asaf da yerini alır ve der ki:

"...Sana geliyorum, yalnız sana,
Yalansız, gizlisiz.
Olduğu gibi anlatacağım ne varsa,
Bil, bilsinler, biliniz."

Samimidir "onlar". Seslenirler.

Onlar "bir gün", yalnızca birkaç cümleyle hayatına giren bir ev sahibine, hediye edilmiş kurşunkalemle uzun bir mektup yazdılar. İçine, bugüne kadar biriktirilmiş her kitabın, her düşüncenin, her izleyişin ve seyrin, kocaman yansımalarını koydular. Sonra o mektup havalandı küçük bir kelebek yardımıyla. Pazardı. Hava yağmurlu günlerin aksine, güneşle pazarlık edecek kadar sıcaktı. Kelebek biraz yorgun düşse de o mektubu bahsi geçen evin penceresine bıraktı. Kanatlarında birkaç dakika daha yaşayabilecek bir yaşam çırpınışıyla arkadaşlarına haber salarak: " Hey, buraya gelin! Bu pencerenin içinde bir hayat var. Ona rengârenk kanatlarınızla ' sana yaşam dizelerini getirdik', diye seslenin dedi." Sayısız kelebek oraya hücum etti. Ev sahibi neye uğradığını şaşırmıştı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken kelebeklerden biri omzuna kondu. Ona ne ikram edeceğini bilemiyordu. Su, ekmek kırıntıları, müzik... Düşündü, düşündü bulamadı. Kelebek kanatlarını aşağıya eğdi ve ev sahibinin yüzüne bakarak şöyle dedi: " Bir insanı sevmekle başlayacak her şey. "

1 yorum:

  1. nacizane...

    http://beenmaya.blogspot.com/2010/06/okumadan-gecmediklerim.html

    YanıtlaSil