Siz… Evet, evet tam da gözlerimin ucunda parlayan gözlerinizle, başımı döndürüyorsunuz. Bilmem ki hangi kaş göz arasından çıkıp da geldiniz bu mevsim karmaşasının orta yerinde. Saçlarımın rüzgârına karıştırdığınız sözleriniz ve birbirine dolaştırdığınız kaşkolünüzle, karşı pencerenin hemen ucundasınız…
Sahi, siz kimsiniz?
Orta halli bir ruh dönemecinde konaklıyordu gece. Alkolün hız sınırı aşılmış, arnavut kaldırımlı daralan sokaklarda parfüm kokuları, havadaki zerreciklere doluşmuştu. Zaman bir adım geride; siz bir adım ötemdeydiniz. Önce yürüyüşünüz, sonra kaşkolünüzü boynunuza dolayışınız, en sonunda da masanın hemen ucundaki sandalyeye otururken etrafı kolaçan eden sevimli bakışlarınızla tanıştım. Benim için nihayete ermekte olan gece, sizin için yeni başlıyordu. Olsun, birkaç saat de sizin şerefinize kalksın zamanın yörüngesinden, ne olur ki?
Yine de biraz bekleteceğim sizi. Daha anlatacaklarım var, size teslim olmadan önce…
“Ay makamı
Dolunay Sergüzeşti…”
Uzun havalı bir şiirdir seninle yaşamak. Diklere çıkmak yürek, perdeyi aşağıya çekmek hüzün ister. Öyle elini kolunu sallaya sallaya çizgilerinde dolaşıp notalara basmak, nerede es vereceğini bilmek, kolay iş değildir! Hüzzam makamının yakıcı, yırtıcı, yaralayıcı tonları saklıdır yüzünde. İnsanın içini yakar tatlı bir okşayışla. Bu öyle bir şey ki; nakış nakış işlenir dertlere. Çemberin içine saklanmış bakışın hemen gerisinde, küçük küçük yollar ve kafesinde kendisini saklamayı beceremeyen o büyük sevecenliğin durur.
Demiştim ya: “ Uzun havalı bir şiirdir seninle yaşamak…!”
Anlaşıldı, siz rahat durmayacaksınız; ama söylemiştim size geri döneceğimi, hatta teslim olacağımı. Neden rahat durmuyorsunuz? Gözlerinizdeki sabırsızlığı ve kızgınlığı hissedebiliyorum. Sanki dişli bir kavganın taraflarıyız. Ben susuyorum, siz durmadan beni taciz ediyorsunuz. Kollarımda öfkenizi duyumsayabiliyorum…
Sakinleşin lütfen, sizden vazgeçmedim…
“Ab-ı Lâl
Ne… Ne de…”
Belki de hatırlamazsın, öyle çok değiştirdim ki yolları. Fincandan kahve, yataklardan su, tarlalardan o en sevdiğim meyve taştı. Bazen düz, bazen dalgalı, bazen de toplu bir sıcaklıktı yanaklarımdan salınan teller. Coşkusu damarlarımda dolaşan ezginin kelimeleri yanı başımda, birlikteliği adımlarımda, özlemi uykumda saklıydı.
Belki de hatırlamazsın, öyle çok şaşırmıştım ki!!! Bir gece ansızın kapatıp pencerelerini, sabahleyin yüreğimde açmıştın kollarını. Sonbahardan yaprak, yollardan çizgi, heyecandan o sevdiğim parçam düşüvermişti. Kısa bir durgunluktu şaşkınlığım, sarılmayı geciktiren. Sıcaklığı tenimde gezinen parmakların tınısı içimde, ıslaklığı saçlarımda, uykusu omuzlarımda hâlâ…
Unutmama izin vermiyorsunuz ya da hatırlamama… Hangisi?
Saçlarımı bilinçsizce geriye doğru atarken, bilinçli bakışların kesişme noktasında buluşuverdik sizinle yine. Bardağın mayhoşluğu mu yoksa içinizin mayhoşluğu mu sızdı gözlerinize? Kadehinizi görebiliyorum. Gümüş renkli çakmağınızın, parmaklarınızın arasında usulca dönüşünü de. Sahi biliyor musunuz ne kadar çekici gözlere sahip olduğunuzu? O buğulu bakışlarınızda koca bir okyanusun gezindiğini? Sanırım size âşık oluyorum… Yoo, öyle şıpsevdi aşklardan değilim. Ya da ne bileyim, kendini bilmezlerden. Yalnızca sizin tüm ihtişamınıza rağmen başarabildiğiniz yalınlığınıza göz kırpıyorum. Tüm o giydirilmiş kelimelerden uzaktasınız. Sizin bir hükümdarlığınız yok! İşte öyle, sakin ve olduğu gibisiniz…
Sana gelince…
Üzgünüm ama hoşça kal!
Yavaşça masamdan kalkıyorum işte. Size geliyorum. Karşınızdaki beyefendiyle konuşurken bana doğru attığınız kaçamak bakışları, kaçırmıyorum…
- Beni masanıza alır mısınız?
Sizi okumak çok güzel bir duygu...
YanıtlaSilSevgiler bırakıyorum..