PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

22 Haziran 2010 Salı

Olur

Yaşamı neresinden askıya asarsanız yaşam, orada kalıyor. Kimi zaman kaçırılmış bir otobüsün ardından bakarken, başlama saati kaçırılmış bir sinema filminin koltuklarına yerleşmeye çalışırken, birlikte yenilmiş bir yemek sonrası masada kalan artıkların duruşunu birbirinden habersiz izlerken ; kimi zamansa ten tene uyutulmuş gecenin hemen sonrasında doğan güneşle, gözlerin birbirine kenetlendiği anların anımsanışında... İşte tam da oralarda bir yerde yaşam, kendine silinmesi zor bir yer ediniyor. Hepsi, evet hepsi o askının demirden yalnızlığını, çoğaltan duygular.

Yürüyorsun. Adımlarının coğrafyasını karalayamayacağım kadar yakın bir güzergâhın hemen orta yerinde. Tanıdık kokuların gölgesinde şekillenen bedeninin ve o gülümseyen gözlerinin sıcaklığıyla. Özlem ölmüyor, biliyor musun? Yürek nerede, neyi kollayacağını öğreniyor olsa da işlenmiş sözlerin ağırlığını yok etmek kolay değil. Gönüllü bir taşıyıcılık benimkisi. Bir gün bir yerde ölümünü beklemek gibi bir şey. Kimsesizliğin dilini sen benden daha iyi bilirsin. Boş bir evin duvarlarının neleri anımsattığını. Günübirlik telaşların sonrasında eve doğru ilerlerken birazdan kapıyı açacak olan yalnızlığı, değişmeyen eşyaların izlerini… Bunların hepsini sen benden çok daha iyi bilirsin yârim. Çünkü ben senden dinledim yitirilmiş bir geçmişin kırık dökük cümlelerini. Bir tek senden duydum masallardaki kadın ve erkeği. Şimdi yerle bir, kalemin ucundan dökülen her anlam.. Kim bilir sen, neredesin?

Yavaşça akşam oluyor. Gerdanından öperek uyandığım şehir dudaklarıma dokunan sigaranın sıcak ve acı tadını mevsim rüzgârlarıyla dağıtarak bana bakıyor. Haliç'in yüksek rakımlı gözleri, uzak bir şehri düşlüyor. Hani o düştüğüm şehri... Hafızalarda ufak tefek sıyrıklarla atlatılmış bir dem vaktinde karşılaşmadım seninle. İşte bu yüzden, sırf bu yüzden, ruhun devingen yollarında arşınlanmış bir sevdayı, sisli bir İstanbul aksanıyla çözmek bana göre değil. Kadınlığım acılarına dokunuyor ve dokunduğu yerde, koca bir tebessüm(l)e (b)ulanıyor...

"Orada mısın?" dediğin sayfaların tozlu sokaklarından, her zamanki sessizliğimle geçiyorum. Daha büyümemiş bir gülümsemem var, biliyorum. Oradan belliydi zaten, hiçbir şeyi sensizken büyütemeyeceğim. Hiç birimizin hayatları kameradan görünmüyor. Ağaçlarla örtülü bir bahçenin sıcaklığını taşımıyor gözlerimize... ve iki insanın birbirine bakarken ki doyumsuzluğunu ne kelimeler ne de başka bir şey yeterince dillendirebiliyor, ten ve ruh içindeki "ben"lerimizden başka...

Üzerine alınmak, senin olmayan bir şeyi, senin hissetmek gibidir ama seninse, üzerine alınmaya gerek yoktur. Bazen aşktan kaçmak gerektiğini sen bana söylemiştin; eğer seni ne kadar yakacağını biliyorsan. İkimiz de hiç bilemedik o yoğunluğu... Bunu yalnız, bizim gibi birbirinin içine düşen iki düş yaşadığında daha iyi anlayabilir belki de. Ne kadar yazılsa da ne kadar dillendirilse de yine de "eksik bir şey var" hayatım(ız)da...

Beni sende eriten, düşlerimdi oysa. Her yaprağı, her gelişi ve her varlığı yok sayan, bir doğumun ertesiydi.

Her neredeysen orada, olur... Olur...Olur…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder