PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

11 Haziran 2010 Cuma

Frekansı Bozuk Radyo Alıcısı -XVIII-

Kırılma noktası.

İşte şimdi başlıyor o muhteşem dans. Bütün hazırlıklar tamamlandı. Elbiseler, ayakkabılar, makyaj, müzik ve elbette bir mekanı güzelleştirebilecek daha birçok şey. Başrollerde kimin olduğunu eminim merak ediyorsunuz. Ama durun! İnanın bir isim vermenin hiç anlamı yok. Ki zaten adam ve kadın başlangıçtan bu yana bir sürü tanımlamanın içerisinde yer almıştır. Hepi topu yer almaya da devam edecekler. Bunu bilmeniz yeterli.

Başlayalım.

Bir şehir canlandırın gözlerinizde. Dilediğiniz rengi vermekte özgürsünüz. Ben o şehre "gri" rengi uygun buldum. Birçok defa türlü nedenlerle yolum nedense hep oraya düşüverdi. İlkini inanın ben de hatırlamıyorum. Sonradan anlatılanlardan öğrendiğim kadarıyla uzunca bir süre de hep o grilikte yaşamışım. Ne tuhaf, o zamanların tek bir anına dair herhangi bir görüntü yok hafızamda. Yalnızca oldukça hareketli günlerimin olduğunu etrafımdan duyduğum kadarıyla söyleyebilirim.

Sonra, o zamanlar bilmediğim bir nedenden dolayı ayrılmışım. Önce maviye, ardından turuncu, kahverengi, yeşile gitmiş ve hoop tekrar griye geri dönmüşüm. İlk ayrılışımdan tam on iki yıl sonra. Bu arada olan olayların kronolojik sıralaması yapmayı istemiyorum. Çoğu ergenlik anılarından, dik başlılığım yüzünden başıma açtığım olaylardan, aşktan meşkten ibaret. Tahammül sınırlarımı zorlayan konular anlayacağınız. Samimiyetle dinlemek isteyebileceğiniz ama asla okumayı tercih etmeyeceğiniz bir sürü kalabalık olay örgüsü... (Anlatırken daha heyecanlı oluyorum da.)

Hızlı zamanlar. Aklın tilkilik yaptığı, ufak cilveleşmelerin dozunun giderek arttığı ille de "yaşamalıyım" mottosunun ayyuka çıktığı ele avuca gelmediğim dönemler... Hala o anların adrenalini yüksek günlerini gülerek aklımda tutabiliyorum. İnsanın kendi zekasının, kendisini alt etmesine izin verdiği anlar diyelim biz kısaca. Hani bilirsiniz her şeyi bilmesine de yine de korkusuzca orta yere atıverisiniz her şeyinizi. Başınıza gelecekler umrunuzda değildir. Engellenemeyen maceracı bir ruhun peşinde oradan oraya savrulursunuz. İncinirsiniz. Kırılırsınız. Dağılırsınız. Dmkülürsünüz ve bir tülü kısa süre içerisinde toplayamazsınız. Aslına bakarsanız hiç zor değildir kalkıp şöyle bir silkelenip kendinize gelmek ama işte o zeka bile bile alt eder sizi. Siz de izin verirsiniz. Belki de başka çarenizin olmadığınızı düşünmek, ağlayıp sızlanmak en iyisi gibi görünür.

Böyle olmayacak.

Griden yine ayrıldım. Bu defa renginin tam olarak ne olduğunu hala kavrayamadığım bir başka şehre. Uzunca bir süre orada yaşadım. Her şey enteresan bir döngüdeydi. Sanki varolan sorumluluklarınızı aslında hiç de öyle olmayabileceği türden bir rahatlıkla oyun dışında bırakabileceğiniz, canınızın peşinde -ne isterse- dolaşabileceğiniz bir ayran gönüllülük şehrinde, vakit geçirdim. Her şeyi de yaptım. Ama bir şehrin sınırlarının bittiği yeri anlatan o "sınır tabelasındaki" gibi bir türlü kendi sınırlarımı bilemedim.

Noktaya geri dönüş.

Kırmızı bir ışık vardı odada. O gelmeden birkaç gün önce, ölü sarı renk yayan diğer bütün ışıkları teker teker sökmüştüm. Bütün odalara aynı vahşiliği yaymak istercesine, üşenmeden hepsini değiştirmiştim. Bazen ilk adımda tüm bu ayrıntıları neden yaptığımı bilmeksizin bir şeyler yapıyorum. Bu da öylesi bir şeydi. Bir hışımla illa kırmızı olmalı diyerek evin rengini baştan aşağıya kırmızıya çevirmiştim. Kırmızı rengin insanda uyandırdığı ilk izlenimleri kime sorsanız, yaklaşık olarak aynı şeyi söyleyecektir. Neden kırmızı?

Bitirelim.

Yeniden griye dönüş. Orası benim kürkçü dükkanım. Nereye gitsem, hangi rengin koynuna kendimi bıraksam tıpış tıpış ona geri dönüyorum. Sevdiğimden değil belki de içten içe seviyorum ama bunu kendime nedense bir türlü söylemek istemiyorum. İtiraf diyecektim fakat bu kelimenin ağırlığını da oldum olası sevmiyorum. Sanki bir ton yük binmişçesine omuzlarıma, bu kelimeyi ne zaman kullansam taşıyamayacağımı ve altında ezilip öleceğimi düşünüyorum. Sizin yok mu öyle kelimeleriniz? Benim her duyguma bir kelimem vardır. Hatta bazıları için bütün hayallerinizi durdurabilirim.

Bir başlık olmalı değil mi?

Bu defa fena kıstırdığımı söylemeliyim. Şu an griden ayrıldım. Renk cümbüşü bir yerdeyim. Her güne bir renk verebileceğim ölçüde skalası oldukça geniş bir rüyadayım. Öyle çok ressam, tablo, yazar, kâğıt, kalem var ki sıralamaya kalksam yazı ömrüm tükenir. Bunlar da geriye bir şeyler kalsın diye akıl defterimin içinden çekip çıkardıklarım. Biraz karışık. Kendine dönük. Yakalamaya çalıştıklarım arasından benden size kalacaklar. Öyle ki başlangıçta ne diyordum şimdi nereye geldim. Bir parantez açarsınız hayata ama o parantezin içine neyi sığdıracağınız konusunda seçim yapmak durumundasınızdır. Seçimi zorlaştıransa bugüne kadar ruh çizginizden gelip geçenlerdir.

Kırılan nokta.


Her şey hazır. Sadece zamanı kestiremiyorum. Elbisem, odanın rengi, ayakkabılarım, makyajım. İlk cümlem ve ilk hareketim. Heyecandan ölmemek için içimdeki her şeyi kırdım, döktüm.
Müzik başlasın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder