PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

17 Haziran 2010 Perşembe

Sessizlik Payı : Bir Sana Bir De Bana

Yaklaş. Şşşt, adımların ürkütmesin dizelerimi. Biliyorum yine gideceksin ama önce yalnızca kısa bir süreliğine konakla benimle.

"- Yokum farkındasın değil mi?
- Yok-tun...
- Yoo hâlâ yokum. Bak aslında yazmıyorum...
- Peki..."


Basamaklar. Hangi adımımda, kim bilir neresinde duracaksın veya duracak mısın? Bir kâğıdın ucunu katlamak için çırpınmak gibi bir şey bu. Hani alırsınız ve bin bir itinayla iki ucu birleştirmeye çalışırsınız ya, bu da böyle. Üst üste getirebilmek için düş eksenlerimizi, aralıksız çırpınıyorum. Yok, yok böyle de olmayacak. Tarihin bir türlü gelmeyen duraklarında bekliyorum. Burası belki de yanlış durak. Bir sonrakine geçiyorum. Saati yanlış hatırlıyor olabilir miyim?
Yolculuk daima içime doğru...

"- Şarkım. Unuttun değil mi?"
"- Dinlemedin mi yoksa?"
"- Ben o şarkıyı çaldığın anda uyumuş olabilir miyim acaba?" Gazeteleri okumaya başladın. Ondan sonra on dakika uyumuşum. Sonra yine uyandım. O zaman mı çaldın?
- "..."
"- Söylemeyecek misin?"
"- Söylemem"
"- Ne yapalım. Israr etmem..."
"- Etme zaten..."


Etmedim. Kelimelerinden yayılan ve sinirlerime değen onca dalgaya rağmen, ısrar etmedim. İnadın geçmişi uzundur bende. İnada inat... Ne düşünürsen düşün. Sayfa aralarında yine kaybolacağın anın sancısı yerleşti çaktırmadan içime. Birazdan diyarımız değişecek. Sen kim bilir hangi sokakta adımlayacaksın düşleri bense hangi çıkmazlarda. Saatler hızla düşüyor noktalardan aşağıya. Son ses. Son vurgu. İşte her şey yine yerli yerinde. Kolay değil bekleyişlerin sırtına yüklediğiniz bir mevsimle boy ölçüşmek. Siz zamana, zaman size merakla göz kırpar... Nerede bir son durak vardır ve dokunuşların usulluğu ne zaman düşer tenlerin bilinmeyen tadına, bilinmez. Düş yoğrulur ve düşten oyunlar kurulur gece yarısı anılarının taze portakal suları arasında. Çıkıyorum ne olacağını tahmin edemediğim yolculuğuma, kaldığım yerden.


 "- Yarım asır gibisin. Yaşamın lavabolarını geyikler açmıyor hanımefendi.”
"- Neyse. Yaşamın lavabolarını bende geyikler tıkıyor sanırım..."
"- Her halime her halin..."
"- Zulüm..."
"- Her zalime bir zulüm..."
"- Pıh...pıh....pıh.....pıh... Musluğu kapat..."
"- Pıh sesine alışmamışım, kapanmıyor...
"- O zaman göz kapaklarını ört!"
"- Seni göremem, olmaz"

Bir gece öncesinin damağımda kalan tatlarıyla yola koyulmak. Çantada, az sonra acıkacak olmanın verdiği rahatlıkla bekleyen birkaç hazır yemek(!) Gümüş özlemler... Değeri dudak arasına katlanılıp bırakılan beyaz yaşamlar. Akıp kaldığım söz dizimlerinin boğazımı yakan baharatlı tadı. Üç dakika es vereceksin yine. Hazırlığın başladı. En azından bu titreşime alıştırdın beni. Belki de ben alışmak istedim. Sana ait dokularda dolaşmak hoşuma gidiyor. 

"- Üç"

Sonra ben yine konuyu değiştireceğim. Sonra yine aynı soruyu soracağım... Sonra sen, hangisi diye soracaksın bana. Cevabının tatminsizliğinde dolaşacak ve yeniden o tanıdık yerimde savaşıyor bulacağım kendimi... Yine satırların özgürlüğü benim elimde bugün anlaşılan. Konuşmayacaksın.

"- Neyse... Gidiyorum..."
"- İstersen gitt!!!"


Tek şeritli yolda gitmenin zorluğu... Senden gelen tek ses :
" Öyle sabahlar..."




-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder