PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

30 Nisan 2010 Cuma

Var Mı Anlayan?

Bilmiyorum ne olacak. Özlemek kelimesini çürütmekten ürküyorum ve ne zaman özledim desem, onu oluşturan harfler birer birer yıkılmaya başlıyor. Sonra durup bakıyorum yazdıklarıma. Okuyorum. Okuyorum. Büyük, kocaman bir cümle yangını başlıyor o vakit. Yazdığım her şeyin önce yavaş yavaş sonra da hızla alev aldığını görüyorum. Ben yanmıyorum.Onlar yanıyor ve nereden geldiğini bilmediğim, yalnızca hissedebildiğimi düşündüğüm bir rüzgâr, bütün gücüyle yazdıklarımı savuruyor.

Söndürülmesi zor bir yangını yazıyorum. Parmaklarım alev alıyor. Önce onlar. Çünkü ilk kavgayı onlar vermişti dünden bugüne. Bir tek onları kurtaramıyorum. Rüyalarımda aklımdan çıkmayan sözlerin hışmına uğruyorum. Bir aralık gözlerimi açıp uyanacak gibi oluyorum ama sözler peşimden geliyor. Biliyorum, kaçamayacağım. Teslim oluyorum ben de her gece bir uyku boyunca rüyalarıma.
Artık eskisi gibi birden fazla kitap okumaya başladım. Kimisi kendi otobiyografisinden bahsediyor, kimisi savaş yıllarındaki yaşamlardan, bir diğeri kötü geçen çocukluğundan, aile ilişkilerinden... Her biri farklı konularda kitaplar... Sanıyorum ki eğer bir tek konuya bağlı kalmazsam, kendimi alıkoyabilirim sabitlenmiş bazı düşüncelerimden. Avuntu sepetinden inanması zor düşler seçiyorum.

Her şey koca bir yalandan ibaret! Ya da bunu yazdığını sanarak, anlamsız bir gücün etrafında dolaşıp kendine en çıkar yolu bulmak. Kısacası kestirmeden yok saymak!

Böyle zamanlarda şairlere kan kusturuyorum. Okumaktan keyif aldığım herhangi bir şairin, hali hazırda hemen başucumda duran kitaplarından birini alıp benimle baş edebilecek şiirler arıyorum. Aynı mısraları defalarca okuyup aşındırıyorum ruhlarını. Hani insanın hep böyle anlarında ilginç tesadüfler olur ya, yüzlerce sayfa arasından işte öylesi şiirlerini çekip çıkarıyorum. Üstelik bir geçmiş ayracı da yıllanmış bir otobüs biletiyle karşıma çıkıp tüm bunların üzerine kendini eklemeyi başarıyor. Sayfaların arasında kim bilir hangi zamandan sıkışıp kalmış eski bir şehrin eskimiş bir bileti... Adını söylemekten çekiniyorum. Ardına gizlenmiş sıfatı ayırıyorum şehirden. Anlaşılmasın istiyorum. Onunla neden böylesi bir kavga verdiğimi, satıraralarıma gizlediğimi bilmiyorum. Sevdiğim her şeye karşı gizli kapaklı işler çeviriyorum kendi içimde. Düşüncelerimdeki yol uzuyor. Kalp kaslarımda kimi zaman kendini fark ettirecek derecede incelmeler oluyor. O an bugünümdeki her şey siliniyor ve ben geçmişin ara sokaklarında yürümeye başlıyorum. Tuhaf ama sokak adlarını bile hatırlıyorum. Hasan Polatkan ve Savaş Caddesi'nin kaldırımlarında yükselen sesleri, Vişnelik'e yürürken yaptığımız o bayat esprileri ve panjurlu evimin kahkahası bol hallerini bir kez daha anımsıyor, yıllar geçse de o kuvvetli bağın hâlâ aramızda olduğunu biliyorum. 


Birden geceyarısını geçiyor saat. Adalar'da bir bardan çıkmışız dünya her zamanki dünya değil! Bağıra bağıra herkes o mâlum şarkıyı söylüyor kendi sarhoşluğunda: 'Birden çıktım viraneden koşa koşa indim kumsala. Acı acı sövdümmm sonra yüzümü kırbaçlayan rüzgâraaa...' Bıkmadan, usanmadan koca bir beş yıla sığan en belirgin melodi kulaklarımda. 
Onur İşkembecisi'nin yolunda herkes sarmaşdolaş. 


Sokaklarımız utanmadan kesişirdi sabahın erken vakitleriyle. Köfteci Ali'nin yerinde tren sesine karışan umutlarımızla sohbet ederdik. En ince ve en küçük biberlerini hep ben yerdim. Yolculuklarımızın, vakitsiz kaçışlarımızın -en çok da akşamüstleri- telaşla uğradığımız uğrak yeri; ekmekarası mutluluğumuzdu Köfteci Ali. 
Zaman bitmez, gece saklanmazdı. Birkaç adım sonrasında aile çay bahçesinin kocaman çocukları oluverirdik. Bardak sesi, kaşık sesi, ikiye bölmeye çalıştığımız şekerin oyunbaz halleri katılırdı sonra aramıza. Bilseniz ne de güzeldi orada paylaştığımız o koca şehrin büyük resmi...  Ama ben yine de özledim demekten ürküyorum. Harfler yıkılmasın istiyorum. 


Hüzünlerimizi eve kapattığımız, arada sırada mutfağın orada bir yerde saymaktan keyif aldığımız bira şişelerinde saklardık. Onları poşete yerleştirirken çıkardığı sesler, nicedir buğulu gözlerim ve kirpiklerim arasında duruyor. Düşürmüyorum. 


Sığındığımız şairlerle, akılda kalan özlü cümlelerle o eski şehrin aşığıydık. Aşıktık... Bülent Ortaçgil'in Mavi Kuşu, Fikret Kızılok'un Gönül'ü, Boğaziçi Ekspresi'nin ruhu hiçbir yere bağlı kalamayan kaçak yolcularıydık.


Otobüs biletinin çıkardığı yolculuk, bütün bir yok oluşu neredeyse devralıyor. Tanıdık tanımadık herkesin önünden geçiyorum. Hatta apartman sakinlerine yakalanacağız diye yalapşap öptüğüm sevgilimin şaşkın bakışlarına bile rastlıyorum.  'Ay Bahar' derdi bana. Ne demek istediğini, niye öyle söylediğini hâlâ bilmem. Bir defasında soracak gibi oldum, yüzüme bakışlarından ürküp konuyu olağanca serinkanlılığımla değiştirmek zorunda kalmıştım.

Ay! Bahar, bir ünlem miydi yoksa hüzün ve sevinçle karışık bir benzetme miydi hiç bilemedim. 


Otobüs numaralarının kısa bir süre sonra hafızaya kazınan rakamlarını aklımın altına alıp başımı cama yaslayıp yola düşüyorum. Gözlerimi açıp kapadığımda bugünün resmi içerisinde yeniden yerimi alıyorum.
Otobüs bileti de ömrünü dolduruyor. Şiirle başbaşa kalıyoruz.


"...Geri çeviriyor bakışlarını ansızın

Ben köprüden geçtim gittim çoktan

Peki

Ne olup bittiydi var mı anlayan."


                               Edip Cansever



Harfler birer birer yıkılıyor. Kocaman bir cümle yangını başlıyor. Bir yangını yazıyorum. Parmaklarım alev alıyor. Rüyalarımda sözlerin hışmına uğruyorum.

Var mı anlayan?

2 yorum:

  1. ("Dost, kişinin ikinci kendisidir.” Hz. Ali)

    -isimsiz ve adressiz-
    mutluluk bazen
    koyu bir aşka düşüp, cân evinden vurulmak
    ve döktüğü ateşle deryaları tutuşturmaktır

    bazen mutluluk
    her akşam soğuk bir yalnızlık için döndüğünde eve
    sabaha demir almak için yine kendinden
    usul, usul demir atıp geceye
    sarılıp kendine
    bir sessizliği örtüp üstüne
    anne karnındaki cenin gibi büzülüp
    sığındığın yatağında öylece gecelemektir

    mutluluk bazen
    gönlünce kederler büyütüp odanda
    ve pencerende menekşeler
    kar beyazı kedine dokunmak; ağlamaklı
    içlendiğinde dökmek için içini
    bir ezgi mırıldanıp
    bitiremediğin bir şiire beste aramak
    bazen açık tutup eski radyonu
    eşlik etmek bir özlem şarkısına
    ya da bir gurbet türküsüyle giderken uzaklara
    buğu bulutları biriktirip gözlerinde
    sessiz sağanaklarla, yanaklarına indirmektir

    (mutluluk, soğuk ve ıssız bir saatinde Ankara garında
    İstanbul ekspresiyle, hiç gelmeyecek olanın yolunu gözlemek
    ve sabahı bekleyen yorgun bir banliyö treninin
    son vagonunda uyuya kalıp
    gün ışıdığında, ilk seferinde
    buruk bir vedâya el sallamaktır)

    mutluluk bazen
    dünyanın öte ucu; gidemediğin yollarda
    elinde bir soluk kandil, köşe bucak aradığın
    bir ismi dudağında ıslatıp, anmak fısıltıyla
    tuvalinde yarım bıraktığın resminden
    bir hâtırasına bakmak
    masanda hep hazır kâğıdına, kaleminden
    bir hüznün hikâyesini damlatmaktır

    (bazen mutluluk
    berrak bir suya durgun gözlerle bakarken
    duyduğun huzur
    tarifi imkânsız bir duygudur)

    mutluluk
    yaşama dair
    karınca kararınca direncinin
    tükenmeye yüz tuttuğu yerde
    içinde bir umudun filizini
    sanki doğuyormuş gibi, yeniden
    bin bir emek yeşertmek;
    bazen, şehrin en işlek caddesinde
    akşamları yürürken yapayalnız
    yahut otururken deniz kenarında, bir çay bahçesinde
    yüzündeki gizil kedere bakacak
    gözlerindeki derin hüznü yakalayacak
    hiç tanımadığın, bir içten bakışı aramaktır

    ve mutluluk
    önce kaybedip, yıllar sonra bulduğun
    müşfik ateşler gibi, iç ısıtan
    bir eski dostun gelişine için için sevinmek
    en güzel gülümseyişle ona
    “iyi ki varsın!” diyebilmektir..
    ..
    nezir

    YanıtlaSil
  2. Eğer yaşıyorsa okuyan, yaşamışsa kelimelerin altına gizlenen o manayı,hissetmişse esen ruzgarı bir kere porsugun yanından gecen kalabalığın içinde...

    Bir bilet almışsa o şehirde; büyük ikramiye çıkmamışsa çıkmamış ne olur ki güvercin izini bıraktıysa omzuna ...

    Hatırlıyorsa o heyecanı hala gözünü kapadığı anda orada olabiliyorsa, bazı bazı özlüyorsa kimi kimi gülüyorsa yaptıklarına ve en önemlisi senin cümlelerinde buluyorsa kendini; kim bilir belki fersah fersah uzaktaki geçip gitmiş diye anlatılan ama bir göz kapağı karanlığında gizli kendisine duyduğu özlemi anlıyordur...

    YanıtlaSil