PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Ziller

Ziller çalıyor...
İçimde, dışımda, sesimde, sessizliğimde...
Ziller vuruyor düşlerime...
Çoğalarak, azalarak, uykumda, uykusuzluğumda...
Ziller, bir aşkın tüm güneşini gölgesine vura vura taşıyarak...


Karanlık bir sokakta bir başına yürümek kolay değildir. Sokak lambaları yalnızca ufak tefek ayrıntıları gözden kaçırmamanız içindir. Meselâ bir tümsek ya da yazılı bir gösterge. Hangi yola gireceğinizi ve o yol içinde yürürken nelere yöneleceğinizi gösteren, içinizde taşıdığınız aydınlıktır. Kimi zaman şüphe, korku, aşırı heyecan gibi unsurların da etkisiyle karanlığın içinden sıyrılabilme şansınız vardır ama bunlardan herhangi birinin yoğun bir baskısı varsa; değil aydınlık, karanlık bile kendi özgün duruşunu bir anda yitirecek ve yol bulmanız gittikçe zorlaşacaktır...
Karanlık bir sokakta, gündüz de olsa bir başına yürümek kolay değildir; ışığın yetersizliği kendi iç ışığınızla örtüşüyorsa eğer.

Ziller yükseklerden gölge gölge düşüyor gözlerime. Kapanmıyor hiçbir ses, susmuyor gece. Uğultuların üzerime bıraktığı yorgunlukta çekiliyorum kendi yerkabuğuma.
Fısıldayarak başladı her şey. Küçük bir vızıltı, belki yazdan kalma canlı bir duygu. Dilimdeki peltekliğin zamansızlıkla hiçbir alakası yok. İnce ince çekilen her bir karenin, belleğimde bıraktığı dermansız dokunuşları yokluyorum. Elimi çekmiyorum. Yürüyorum… Büyük büyük adımlar atıyorum çekimsiz…
Ben, çocukluk hallerinde asılı büyük bir kadın. Duruyorum, sorgularımla baş başa karşında!! Ben, dününe meydan okumadan, meydanlarda bağırmaya kalkışmayan yanlarımla, en saf halimle yani, doğrultamıyorum kendimi kızgın sözcüklerinin bakışlarında!
Ben, ‘adın’ içinde saklı olan yani…

Hileli… Biliyorum hepsi hileli. Geçecek bu sinsi başkaldırış. Aşk, suretinden dökülecek ve aslına sarılacak. Kalbi kırılmış her ne varsa güneşi kucaklayacak yeniden ısınabilmek adına…


Ziller…
Ne kaçıyor… Ne kendini açıyor… Ne de acıyor
Zillere her vurduğunda, karanlık bir ormanın sisli görüntüsü kaplıyor her yanı, en çok da yüzünü..
Ziller aklımı başımdan alıyor…
Söke söke, hafifliğince, ağırlığınca, ruhumda…
Ziller, kırılgan sözlerini yüreğime her gün ve her gece işleyerek…


Ne aydınlık ne de karanlık… Bu başka bir şey seni ele geçiren. Kendi özünden seni uzaklaştırıp içindeyken dışarıda olma durumunu ruhuna kazıyan.
Arıyorum günlerdir her türlü kelimenin altında, hak edilmemiş her anlamın içinde, geçmişimde, gördüklerimde, sıcaklığında ve soğukluğunda ve seni bana getiren o ilk günde… Arıyor ve yine de güzel bir şeyler bulabilmek uğruna, bile bile parçalanmak uğruna, kendimi önüne atıyorum. Bana ait olanı alamayacağına göre, yani özümü, nedir delik deşik ederek bulmaya çalıştığın? Umduğun, korktuğun, sakladığın, ulaşmayı beklediğin???
Yine cevapsız sorular. İnsan bazen önceleri haklılığını önemsemediği soruların içerisinde buluyor kendisini. Yeri göğü inleten nedenlerin içinde…

Kayıp bir derinlikten geliyordu sesi. Derinliği varolan ama derinliğin nereden olduğu anlaşılamayan. Elimde kalanlarla benden gidenleri karşılaştırıyorum, olmuyor. Yola neyle başladığımı hatırlıyorum ama sonu bir türlü oturmuyor. Beynimdeki uğultuların sonlanacağı gün için bekliyorum. Bunun adı neydi, inanın ben de bilmiyorum…


Ziller çalıyor...
İçimde, dışımda, sesimde, sessizliğimde...
Ziller…
Ne kaçıyor… Ne kendini açıyor… Ne de acıyor
Çoğalarak, azalarak, uykumda, uykusuzluğumda...
Söke söke, hafifliğince, ağırlığınca, ruhumda…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder