"Dilsiz ya da konuşan gölgeler hiç çekinmeksizin içimdeki en gizli yerlere yönelirler."
Böyle bitiyordu Ingmar Bergman'ın Büyülü Fener adlı kitabındaki son paragraflardan birtanesi. Başlangıçta nereye varacağını bilemediğiniz söz dizimleri vardır. Aklın yol göstericiliği bir yerde son bulur. İşte o an başlar düşlerin dünyasındaki o korkusuz yolculuk. Kiminin fotografik hafızası zorlar kelimeleri, kiminin de hemen az önce düşüncelerinde yer bulmaya çalışan birkaç yorgun başlık. Çoğu zaman sancılı sürecin yol arkadaşlığı, kocaman çizikler atar oluşmaya başlayan ancak henüz olgunlaşmamış cümlelerin başına. Odanın duvarlarına atılan anlamsız bakışlar, sağ elin parmaklarıyla çenenin orada bir yerde tutunmaya çalışan anımsamalar ve bir türlü o malum başlangıcı yapmaya muktedir olamayan parmaklar...Hepsi keskin birer çiziktir.
Evet, bir hikâyem var. Belki herkesin hikâyesine benzeyen ama herkesin olmayan. İtinayla "beni yaz, beni yaz" diye içimde bağıran ama bir türlü soluk almasına izin vermediğim hatta gündemin sıcak haberlerine denk düşen...Yine de olmuyor. O ne kadar içimde varlığını hissettirmeye çalışan hamlelerle beni alt etmeye çalışsa da bir yanım onu susturuyor. Sadâkatli, incitmeye izin vermeyen ve hep bir çağrışımın ertesinde gün yüzüne çıkan yanım...Ben'lerle savaşım hiçbir zaman bitmeyecek. Hiçbir zaman asıl öfkemin sahibi acımasız sözlere maruz kalmayacak. Burası bile yeterince can sıkıcı ve müşkülpesent. Yeni bir paragraf başı her zaman yenilenmek için en iyisidir.
Bir kadının kendi öz benliğinde sıkı sıkıya bağlı olduğu ama her nasılsa yalnızca değişken bir yapıda gün yüzüne çıkardığı, yanları vardır. En fazla kullandığı kelimelerin iklimi her zaman farklıdır. Belki de yazmak düşüncesinin ilk defa kendini belli ettiği yer de tam da burasıdır. On küsürlü yaşlarımın izleklerini sürüyorum. İmgelerle kucaklaştığım bir balkon masasının ayaklarının dengesizliğini sorguluyorum. İçinden kendi masallarını yazan bir kadının sessizliklerini ve kadınlığına karışan delişmen yanlarını kurcalıyorum. Bir hikâyenin boşluktayken nasıl kendine ait bir yer bulduğunu çaktırmadan izleyip gülümsüyorum.
Evin içinde neredeyse hiç ses yok. Tuhaf uğraşlar buluyorum kendime. Meselâ hemen yanı başımdaki kalemlerin renklerini, kâğıda anlamsız şekiller çizerek diğer renklerle buluşturuyorum. Üst üste geçiyor her bir renk. Hayatın bindirdiği kimi anları dolduruyorum devrik şekiller üstünde. Kolaya kaçmadan, zor bir yol haritasında, başkalaşan yüzlerin geride bıraktığı izlerle yürüyorum. Parmaklar çabuk yorulmuyor. İşaretle başladığım yol, hafif kasılmalarla bile olsa uzun bir süre pes etmeden ilerliyor. Belirtili nesnenin hazin çığlıklarını duyar gibi oluyorum. Herkes gibi o da bir bozukluğun, anlatımın içinden gelen eksik bir seremoninin, ilk tınılarını çığlıklarıyla duyuruyor. Biliyorum, kaçmanın faydası yok! Nasılsa gün gibi farkındayım son perdenin oynandığının. Yine de eksik bir nesnenin hayatında kalmak için diretiyorum. Dilin kuralları, anlamın köşe başında kısacık da olsa kendine uygunsuz bir yer edinsin istiyorum. Mola yerlerini hesaba katıyor ve ilk fren sesinde koltuktan fırlayıp kendimi sadece gecesine aşina olduğum bir şehrin, bilinmeyen sokaklarına atıyorum. Yüzlerce yabancı yüz arasında kendi yüzümü arıyor, yirmi beş dakikalık bir molada, kolay kolay silinmeyecek anılar biriktiriyorum.
Sigara dumanıyla dağılan bir gölge tanıdım. Akşam giderek geceye dönüyordu. Yol ortasında bir yerde aniden telefon çaldı. Birkaç günlük tek başınalığın merakını gidermeye çalışan bir ablanın sesiyle, yağmur kendini beklemeye aldı. Telefon itinayla seçilmiş bir kaç cümleden sonra kapandı.
- Ablam, nasıl olduğumu soruyor.
- Neden?
-Yalnızım ya...
-Anladım.
Mola bitti.
Yanındaki koltukta öylece duran bendim. Kısa bir yolculuktu. Hepsinden biraz daha kısa... Apartman kapısının ağır demirleri terleyen ellerimle kavuştuğunda, evimin kapısı çoktan açılmıştı. Belirtili nesnemin imdat çağrısını ilk o zaman duydum. Olan biten her şey, zincirleme bir kazadan ibaretti.
Yeni bir paragraf başı her zaman yenilenmek için en iyisidir.Evet güzel.
YanıtlaSil