"Şakalarından vurulur İstanbul bir tan vakti..."
Değme yaralarıma namlunun ucuna resmedip aksak geçmişimizi. Sürme, çekme, vurma! Konaklarım da değişti bak, adım adım çınlayan sesim bile değişti. Bir Marmara yangınıdır bu solgun notalarda ağır ağır işleyen gecenin yalnızlığına.. Hafif bir müzik eşlik eder duvarların yeşil bakışlarına. Kıssam sesini olanların ne fayda! Yürek bir defaya mahsus vurulmamış ki bu hayatta. Ayın ezgisi, kalemin ucuna değen kelimelerin yandaşlığı ve tanıdık sokaklarda karşıma çıkan gülüşlerin, mandolinin tiz seslerinde vurup geçiyor o Akdeniz şarkısını. Kuytuyum, ondan biraz fazla sebepsizim. Ayrılıklar da olmasa, derman nedir hiç bilemeyeceğiz aslında...
" Telli duvaklı bir namedir nişanlanan tenlerdeki titrek bekleyiş. Endamı raks eder güzelliğinin. Bir yudum alırsın elinden, bin yuduma muhtaç bırakır kayınca damlalar ellerinin arasından. Dedim ona, paylaşılmamış ne varsa adınla başlasın..."
Çıldırtma daha fazla hırsını alamadığın kayboluşlarının arasına saklanmış isyanını. Bağırma, niye diye sorma, cevap bekleme! Patikalardan gidiyorum her akşam evime. Küçük adımlarla geçiyorum caddeleri. Yavaş yavaş… İzliyorum, anlıyorum ve hafif bir tebessümle geçiştiriyorum bir zaman sonra olacakları...
Yol ağzında bekleyenleri görmenin acısını kutsuyorum, otogarlara her girip çıktığımda. Peron numarası bile yön değiştirdi bak! Kısa süreli sevinçlerimde uyumaya gidiyorum artık. Uyandığımda ahşap pencereden dalıp gittiğim o şehir yok. Çoktan izlerini sürdüm kilometrelerin. Çoktan çektim deniz kokusunu içimin geçimsiz nefeslerine. Bir gece yarısıydı ve ben her şeyi birer birer yaktım o suskunluğun gözlerinde... Avuç içlerimdeki ben'i, o bahçede soluyan ve geçmişine dair en ufak bir duygu sarhoşluğuna düşmediğim o kıvrak, kendi içinde sargılarını saklayan yarında(!) yaktım...
Bulutlar, bulutlar da şaşırdı ne yapacağını; gözlerimdeki aynaya bıraktıklarında kendilerini, az sonra dönüşecekleri şeklin merakında. Bugün, inancı olmayan bir kadının düşlerindeydiler mesela. Kalın bir iple bağlanmış kitabın arasından dökülen eski sözcüklerden kalma, yarım bir cümleyi tamamlama telaşında... Parça parça dağıtıyorlardı yüklenmişliklerini, hezeyanlarını, sıkışmışlıklarını...
Böldü kadın düşleriyle... Böldü ve birbirinden bağımsız parçalara ayırdı her birini...
Hepsine ad verdi. Bu defa yalnızca kendi duydu. Bir tek kendine dillendirdi. Kimse imrenmesin diye...
İnancını da kattı, inançsızlığının yanına. Ne yapsa biri diğerinden baskın çıkıyordu, gücünü tüketiyordu. Anladı ki, yitip giden aslında tek bir şeyi koruma duygusunun arasına sakladığındaymış.
Asude'yi dinlerken aklımdaydılar... Şimdi hatırlamıyorum... Belki de o duygu hep saklanmalı...
" Çekmeceleri çekerken takıldı gözüme gözlerin... Bir yangın habercisi, eski bir konak merdiveni, engin bir kavak ağacı gözlerin..."
Kibritin nasıl ateşlendiğini anımsıyor musun? Önce birden başladı, sonra ikincide daha yüksek bir ses çıkartarak alevleri büyüdü. Üçüncü de artık biliyordu nelere yol açacağını. En son, dördüncüde, şimşek gibi çaktı ve tüm bir efsaneyi yakacak kadar yükseldi alevler... O an bilincimle içimde kalan sen, öyle bir yer değiştirdi ki; şairin olan bitenden haberi -yaşadıkça biz- olmayacaktı. Bir kaç sözden ibaret sözcüklerinin, yakıp yıktığı şeyleri hiç bilmeyecekti.
Öyle ya, ölümün sesi kısıktır. Ateş bir defa yakmıştır bedeni... Toprakla sarılmıştır gövdeye. Tutunmuştur bir zaman, usulca süzülen suyun serinliğine...
Ölüm, ölüm sessizliktir!!!
Ölmeliydim...
Ta ki yeniden varoluşumun sınırlarını keşfedene dek...
" Düştüğüm yerden çıkıyorum."
Dipler: Bunlar kelimelerle anlatılabilen çokluklar... Biz kelimelerin iplerini elimizde tutmasını iyi biliyoruz; ama yaşama aksettirmesini bilmiyoruz..O zaman kucağını sessizliklerim için aç... Bundan başka bir siz'lik düşünemiyorum..
Hoşça kal...
Uyuduğum, bir düştü. İçine giriverdiğim, ansızın. Sığamadığım. Yüreğimi sığdıramadığım. Zaman şimdiki kadar yakın, hiç gelmemiş kadar uzak. Habersizdi sevmeler o günlerde. Belirsizdi. Gerçek yoksunuydu bilmeler. Ve kendimden bile esirgediğim cümlelerim vardı, anlamları saklı, özneleri gizli...
YanıtlaSilUyandığım; göz kör, dil lal, dört duvar sağır. Üstü açık kalmış bir yürek. Uyku sersemi bir zaman ve alıp başını gitmeler...Şimdiler kayıp, geçmiş hiç yok. Söylenmemiş bir yalanın gerçekliği kaldı yüreğimde. Ve bir düşün hiç silinmeyecek izi. Ve ağır, ve soğuk, ve karanlık...
Düş’tün.
Düş’ümdün.
Gerçeğinden uzak
Uzak olduğun kadar benim...
Düştün, kayıp gittin ellerimden
Gerçek oldun
Kırılıverdin...
Şimdilerde
Olmayan gözlerinden bakıyorum da kendime
Düşüyorum uçsuz bucaksız
Senin gibi
Üşüyorum.
Düştüğün yer öyle açık seçik ki
Eğilip te baktığımda
Kendimi görüyorum...