Müzik çalarken vazgeçilen bir dünyanın resmini çiziyorum. Dünyanın her yerine ufak notlar yapıştırıyor ve o notları tek bir renge boyuyorum. Biliyorum, düzensiz bir yolda ilerliyorum. Onu ve onunla geçen kalabalık bir İstanbul sabahını yapıştırıyorum her yere. Dünya doluyor. Gözlerim doluyor. Görüş açısını kaybediyorum.
(...)
Çok zamanım yok. Olacakları bir sıraya koymak için kararlarım da... Ölü gibi yorgun, keyifsiz uyuyorum. Tıpkı küçük bir bebeğin kararsız ama heyecanlı kalp atışları sayesinde belli belirsiz de olsa yaşıyorum. Anlatmak için ayrı ayrı cümleler kurmaktan boğuluyorum.
Her şey tersine bir düzende. Kahveyi cezve yerine fincana, küçük sevimli kurabiyeleri de poşetinden çıkarıp tabak yerine çöpe koyuyorum. Aklımın içinde yörüngeden çıkmış titreşimler içinde yaptıklarıma şaşırıyorum.
(...)
O adam bana yalnızlıklarından, biten evliliğinden bahsettikçe ben ona ne kadar anlayış gösterdiğimi düşünüyor, sorunları ve acıları arasında kendimi kaybediyorum. Bir temmuz sabahının gözlerimin gerisinde bıraktığı yansımayı görüp hızla uzaklaşıyorum boğazımda bıraktığı hırıltılı nefesinden.
(...)
Hiç değilse geniş zamana yayarak yazabildiğim mektuplarım var. Bazen cevap gelmiyor. Suskunluğu sevmez oysa. Biliyorum bütün derdi benimle ve açıkça kendini belli eden sözcüklerimin anlamlarında. Kaçıyor. Matematiksel denklemlerin içerisinde bir sonuç bulmaya daha hevesli. Şu kitapları okuyamadan öleceğim. İzleyemediğim filmlerin her sahnesini ince ince yorumlayamadan yitip gideceğim. Yok olmak!
(...)
Ankara Numune Hastanesi'nin özel bir odasında büyük ve acılı çığlıklarla beni dünyaya getiren annemin sızılarını hiç tanımıyorum. Ağlama sesimi ilk defa duyduğunda yüzünde gülümsemeler bıraktırdığım babamın, çocukluk yıllarındaki yalnızlığını bilmiyorum. Onlarsız olmak nasıl bir şey, onu da bilmiyorum. Ama bunu birgün yaşayabilecek olduğumu iyiden iyiye biliyor olmak beni korkutuyor. Onları düşününce kendi ölümümü unutuyorum. Kendi ölümümü hatırladığımda onları unutuyorum. Unutmaktan yorgun düşüp dönüşü olmayan bir uykuya dalıyorum. Yol çizgileri durmadan renk değiştiriyor. Yoldan çıkıyorum. Kan ter içinde uykudan uyanıyorum. 'Bak buradayım' diyen bir ses arıyorum.
(...)
Kırık dökük bir masa. Sinema girişinde ayakkabılarını çıkarıp oturmuş bir çocuk. Yüzünde kirle doldurulmuş bir hüzün. Yalın. Yakın. Yalnız. Yorgun. Tenha saatlerde gelip oturuyormuş burada. Sessizliği mi seviyor acaba yoksa kimsesizliği mi? Oysa bir çocuk, daha küçücük, sevebilir mi kimsesizliği? Bütün bir yıl boyunca çaldığı kapıları kapatmışlar. Olan bu. Anlatıyorlar. Herkes bir şey anlatıyor. Kimse susmuyor. Bütünüyle bir şehre benziyor yüzü. Boşluk...
(...)
Kim bu konuşan? Yazdıklarımı sayısız harf vuruşuyla herkese okutan ben miyim? Konuşmasam. Biraz içimden çekilse(n).
O ki bana bir gün şunu söyledi: "- Kaçıyorum. Özlediğim her şeye uzağım. İnsansız bir yer yok! Gün batımı sadece okurken çiziyor resmini gözlerimin önüne düşen hayal perdesine."
Ben ki O'na şunu söyledim: " Hiçbir şey çizilmiyor."
Sevimsiz renklerle örülmüş bir el örgüsü kazağın, sökülen ilmekleri gibi bu kelimeler. Neye benzediklerini kestiremiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder