PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

5 Şubat 2010 Cuma

Basit Çığlıklar


¾    Köşeyi dönersen arkandakine izini kaybettirirsin; iş köşeyi dönebilmekte…
¾    Lütfen sıranıza geçin beyefendi, biz boşuna mı bekliyoruz onca saattir burada.
¾    Acaba hala beni düşünüyor mudur?
¾    Bir bahane bulmalıyım yanına gitmek için.
¾    Bazen çok bunalıyorum…

Akordu bozulmuş, adını bile hatırlamak istemediğim bir şehrin sokakları arasında adımlıyorum geceyi. Ellerim cebimde ve aslında parmaklarımla ısıttığım dünya, bana ait değil! Hani bir perde açılır önce, sonra o perdeden başlarsınız hayatı izlemeye.

“Anlatırlar… Zaten en çok anlatmayı severler…”

O perdeden önünüze yığılmaya başlar aklınızın en ücra köşesine aldığınız, çoğu zaman başkalarını bırakın, kendinize dahi söylemekten çekindiğiniz arzular. Hepsi, tıpkı bir zincirmişçesine birbirine öyle sıkıca bağladır ki; birinden vazgeçmeniz demek, diğerine gidilecek yolculukta, önemli bir kan kaybına neden olacaktır. Zaten çocuk gibisinizdir. Size ait olan bir şeyden vazgeçmek, ondan ayrılmak istemezsiniz… Perde, yalnızca uykunun sessizliğinde kapanır; belleğinizden usulca çekilir…
Hoş kaç saatle sınırları çizilebilinir ki malum, masum bir uykunun?
Oysa kapı zili aniden çalabilir, hiç beklemediğiniz bir mesajla irkilebilir, sanal dünyanın kapakları altından birileri kendini gösterebilir ya da bunların ‘hiç birisi şıkkında anlaşılıp kış uykusuna boylu boyunca bedeninizi koy verebilirsiniz. Uzun soluklu bir uykusuzluk seçimi burada varlık gösteremeyeceği için, ondan pek bahsetmeyi açıkçası istemiyorum. Nasılsa, “aaa, böyle de olabilirdi” diyenleriniz mutlaka çıkacaktır… Bazı şeyler bırakın da mümkünse “eksik kalsın”.

¾    Felaket bir trafiğin içine soktun bizi, aşk olsun.
¾    Olur da bir gün, o da seninle aynı şeyleri yaşamış olmanın heyecanını taşırsa geçmişinde, kanatlarını açar mısın tekil sözlerine?
¾    Hanımefendi daha ne kadar bekleyeceğim. Aynı müziği duymaktan sıkıldım. Hiç mi haber verebilecek şansınız yok.
¾    Tek bir karenin yeri değişmeden duruyor mudur ki?
¾    Çikolata versem. Hatta, hatta gidip masasının üzerine kimse görmeden bıraksam, ne güzel olur değil mi?
¾    Bir an önce çıkıp gitmeliyim; yoksa işler yığılacak yine…

Caddeler geçiyorum. İster istemez kendi alıntılarına takılıyor insan. Kendi çukurlarına. Üzerinize, size rağmen atılan toprağa bakakalıyor; güven sokaklarınızın işgal edilmişliğine aldırmıyor; küçük kutularda bulduğunuz cümleleri, ayıklamaktan çekinmiyorsunuz. Sonraysa, önceleri cansız bir sesin kısa süre içerisinde nasıl da canlanmaya başladığını, aslında ona can verildiğini, fark ediyorsunuz. İşiniz fark etmek değilse de; bunu bir görev bilip bilirkişi olmayı tercih ediyorsunuz.
Söz karıştı. Yol dolaştı. Parmaklardaki tanıdık sıralanışlar yerini, bir oradan bir buradan toplanılmış eski parçalara bıraktı. Yine mi aynı şey diyenleriniz de mutlaka olacaktır. Sizin başka işiniz yok mu?

¾    Yüzümün o kısmına fazla dokunma istersen. Yine ufak tepkiler verecek, biliyorum.
¾    Gülümseyişini göremediğim zamanlarda içim sıkılıyor…
¾    Kahrolası makası yine kim aldı buradan. İlla her şeyi çekmeceye kilitlemek zorunda mıyım? Bıktım artık!
¾    Neden onun gibi ince bir bele sahip değilim ki? Biraz daha dişimi sıkmalıyım. Direnince oluyor biliyorsun. Amannnn..
¾    Kâğıdı verirken ellerine dokunsam…
¾    Çıldırmamak için derin derin nefes al önce, sakin ol… Sakin ol… Sakin…

Biraz ötede tüm yolların kesiştiği yerde, duruyorum. Artık yürümek istemiyorum. Ya da herhangi bir yeri, herhangi bir şekilde, içimde senli benli cümlelerle geçmek de istemiyorum. Burası bir durak değil sanılanın aksine. Yalnızca bir o tarafa bir bu tarafa gidilip durulan bir şaşkınlık ertesinde, nihayet soluk almasını becerebildiğim nadide bir koltuk. Neresinde ve ne şekilde oturduğunuzun da bir önemi yok. Siz varın bir yorgunluk sonrası kendimi bıraktığımı düşünün. Geçerli nedenlerim vardı bir zamanlar ama artık onları koyabilecek bir söz öbeğim yok. Tüketmek işte bu kadar kolay! Yan gelip yatmak insanı rahatlatıyor. Saçma sapan şeyler konuşmak, bakışlarını seçilen bir nesneye sabitlemek, anlamsızca her şeye, ‘oldu tamam’ demek.
Öylesine kolaylıkla yayılıveriyor ki miskinlik, bir sonraki kıpırdanmaya kadar elde avuçta, yürekte, beyinde ne varsa silip süpürüyor. Bazı şeyleri bilinçle iş birliği yapıp alt etmek hoşuma gidiyor. Saklı bir haz…

¾    Yine istediğim filme zamanında gidemeyeceğim. Ne kadar rahat; yoksa ben mi aceleciyim?
¾    Saçlarımı biraz daha değiştirsem mi? Ne zamandır kuaföre bir cd hazırlayıp götürmeyi düşünüyordum. Belki de bugün tam sırası.
¾    Lens kullanmak zor olabilir mi?
¾    Ya ikisi arasında kalırsam kimi tercih edeceğim ben?
¾    Amma çok soru sorduğunun farkına varmanın zamanı gelmedi mi?
¾    Gülersin tabi…
¾    Bana Türk Kahvesi yapacak mısın?

Altı üstü basit çığlıklar bunlar işte. Seslendirilmesi bir tek kendine dönük, içsel vızıltılar. Düşünsenize italikle her şey rayına oturtulabiliyor. Aklınızın bir köşesinden geçen basit ve bir o kadar da zararsız düşünceler, su yüzüne çıkartılabiliyor. Çok konuştuğumuzu sanıp hiç konuşmuyoruz aslına bakarsanız. Altı boş, dayanaksız imlâlarımızı öteye beriye serpiyoruz. Nasıl bir mucize bekliyoruz, orası meçhul. Ama bildiğim bir tek şey var ki; o da adımlarını sessizce atan her kâtil gibi kendi sessizliklerimizin üzerine acımasızca basıyoruz.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder