Boğaz'ın sırtlarında seyri ömre bedel bir coşku, her yanda erguvanların kokusu, sanırsın aşk kapıyı araladı. Oysa kapılar çoktan kapanmıştı. Dört mevsim geçmişti üzerinden. Önce Ege'nin serin sularında, daha henüz ısınmaya vakit bulamamışlığının koynunda kaybettim seni. Sonra da hatırana dayanamayıp döndüğüm İstanbul'da, baharı müjdeleyen çiçeklerle bezeli bu bahçede. O gün bugündür ben, her bahar başlangıcında denize karşı durup "Aganta! sevdiğim" diye seni uğurluyorum. Kulağımdaysa bir o kitabın sayfalarının sesi, bir de deniz...
Hatırlar mısın sırf kahvene acı biber suyu kattım diye omuzlarına alıp o buz gibi suya fırlatmıştın beni. Nasıl da keyif almıştın öcünü aldığında. Ağladığımı ve soğuktan tir tir titrediğimi görünce dayanamayıp kocaman sarılmıştın üşüyen bedenime. Çok kızmıştım. Sinirden elimi kolumu sallayıp vurmuştum. Hiç söylemedim sana ama çok canım yanmıştı. Yine de içten içe gülmüştüm o halimize de sen bilme diye saklamıştım.
Koşa koşa kumların üzerinde savrularak evin yolunu tutmuştum. Her zamanki yerime geçip yüzümü düşürmüş, dizlerimi büküp oturmuştum. Hiç vakit kaybetmeden yanıma gelmiş, parmak uçlarınla beni gıdıklayıp güldürmeye çalışmıştın. Sonra da bütün gece dizlerimin dibinde oturup -hani o en sevdiğin ve ne zaman canın sıkılsa eline alıp okumaktan hiç vazgeçmediğin- kitabı okumuştun. "Aganta Burina Burinata."
Bir elim yanağımda hayranlıkla dinlemiştim. Sanki her defasında yeniden duyar gibiydim ya sesini, sözlerini yüreğim dinlenirdi. Sen bizim küçük ahşap evimizin büyük aşkıydın.
Bazı sabahlar seni verandada uyurken bulurdum. Üzerine bir battaniye alıp örtemeyecek kadar çok severdin kitaplarınla uyumayı. Seslenince duymazdın. Ne zaman yanına sokulup kitabı parmaklarının arasından ayırmaya çalışsam birdenbire uyanıverirdin. Kitabı sağ yanına koyar deniz kokusuyla karışık "Günaydın kadınım", derdin. Hep aynı şey olurdu. Sana neden burada, soğukta uyudun diye hayıflanacakken bu cümleler dökülürdü ağzından. Kızamazdım. Sana ben içimden gelerek hiç kızmadım ki...
Biliyor musun kumsaldaki ayak izlerin hala yerli yerinde ya da benim gözlerim hep bir aralık, o sahnede. Burada olsan, kahvene acı biber suyunu yine koyardım. Beni çıldırtacak delilikler yapacağını bile bile yapardım. Nasılsa en sonunda gönlümü alan sen olurdun.
Şimdi, o kitabın sayfalarını sen yokken açamıyorum. Sesini duyamamaktan korkuyorum. Ya yüreğim dinlenemezse bir daha diye, dizlerimi büküp oturamıyorum.Denizi hâlâ çok seviyorum ama Mahmut'u sevip sevmediğim konusunda şüpheliyim.
Sen çok severdin onu. Bazen benden bile çok sevdiğini düşünüp kıskanırdım.Yanımda olsan kaşlarını çatar, " E be kadın o sadece iyi bir oyuncu, hem de bak, bu kitabın içindeki iyi bir oyuncu", derdin. Kollarımı sıvazlardın. Sonra da kaldığın yerden okumaya devam ederdin. Bazen denizi sana bu kadar sevdiren, onlu hayallere sürükleyen o kitap mıydı diye düşünüyorum. Belki de bu bahçede, her bahar açan erguvanları seyretseydik birlikte hiç gitmezdin.
Biliyorum, ben hiçbir zaman onun kadar iyi bir oyuncu olamayacağım. Birlikte çok mutlu olsak da, geceler boyunca omuz omuz düşlere dalsak da ben o kitabın sadece iyi bir dinleyicisiydim. Bir kitabın sayfaları arasından çıkıp gelen bir karakterin hayatımızda kapladığı yerin ne kadar büyük olduğunu, sen gidince anladım.
Her şeye rağmen üzgünüm sevdiğim, yine de Mahmut'u sevmeyi bir türlü başaramıyorum.
Notlar: Aganta Burina Burinata - Edebiyatımızda "Halikarnas Balıkçısı" olarak bilinen, Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın 1945 yılında yayımlanan romanının adıdır. "Mahmut" ise romanın ana kahramanıdır. Sanırım bu öykü içinde Mahmut'a dair geçen cümleleri daha iyi yorumlayabilmek adına Cevat Şakir'in bu kitabını okumanızı tavsiye edeceğim. Bu öykü küçük de olsa ona bir merhabadır.
Bir dost kokusuyla yazılmış, sıcacık bir merhaba olmuş. Tıpkı yazım dilinizdeki üslup gibi :
YanıtlaSilyalın ve çekici...