PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Beni Bu Sıralanış İçinde Bir Yerde Bırak-ın

"Her şey yerli yerindeydi, geceyi saymazsak. Hapsolmuş ne kadar yangın varsa içimizde, sokak çocuklarının telaşıyla sarmıştık. Adını konduramadığım mazinin başkahramanı bu harfler. Gözlerim kapanmadan ve bu düğüm kendiliğinden çözülmeden, seni duymalıyım küçük bir mektup sayfasından dökülürken yaşam..."

Aralık dökümleri...
Sayfa sayfa akıyor her şey...

Büyük ve sessiz taş parçalarının arasından kırılmaya yüz tutmuş bir kaç söylem ardı ardına sıralanıyor semaya. Bir yakada sen diğer yakada ben... İncitmeden düşleri ve aşkı, bir ipi baştan sona yürüyeceğim ayak bileklerimdeki inceliğe aldırmadan...

Huysuz bir aldanış... Arkamda neyin yükselen tonları, gecede hızla atan bir bekleyiş; kim bilir kalbi nerede gidenlerin?

Atar damarlarımda titreyen bir yalnızlık gölgesi, her ne zaman bu kelimenin kıyısına vursam saçlarımı, benden öte bir şeyler kayıp gidiyor hırçın denizlerin huzurlu bakışlarından. Yanaklarımı ovuşturmaya başlar anlamsız bir kaç dokunuş... Gece oluklarımdan damlar, gökyüzü usuldan inlemeye başlar ve yağmur kırılganlığını fark ettirmeden, ince ince teslim eder kendini dokunulmamışlığıma... Tenim ağlar, ellerim sanki tüm evreni yerinden oynatabilecek kadar güçlü bir savrulmayla yine kendine döner. Kaybolurum sessizliğinin ardında...
Susarsın...
Aramazsın...
Sonra bir an gelir, hiç beklenmedik bir dilimde avuçlarımı telaşlı sesine teslim ettirmeyi başarırsın...

Kısır kalıyorum doğmamış tanımlarımın öncesinde. Bazen gülümsemekle yetiniyor bakışlarım. Bazense içimdeki haşereliğe teslim ediyorum suskunluklarımı… Ne yapsam yetişemiyorum dalgaların hızına. Arada, soluklandığın zamanlarda, başlıyorum inceltmeye geceyi. Bir an önce cevaba kavuşturmak için taşan kısımlarımı, var gücümle soyuyorum derimi. Özlemin çağırıyor…

Uzatsan ellerini ve kan ter içinde dokunuşların salınışında bıraksak aşk zamanlarımızı. Odanın duvarlarına en sevdiğimiz melodileri işlesek dudaklarımızdan akıp giden ıslaklıkla. Soyunsan ve aşkın çıplaklığında ben, vücudunun yollarından geçsem, uyandırmadan İstanbul’u…

Orada kal... Hani camların arkasından seyrederken bir tarlayı ya da ne bileyim bir iki yudumda tutarken yolculukların geçişini... O puslu masalın, bir şehirden diğerine giderken gözlerinde bıraktığı ayrılıkta... Kavurgan, yanık, loş, tenha hüzünlerin el değmiş yıkıntıları arasında. Kaç defa yoklandı terimiz altında geceler? Kaç pazarlık yapıldı izbe duyguların gölgesinde? Söylesene, yalnızlık bu kadar mı cevapsız bırakır insanı? Senin bahanelerin yoktur bilirim.

Her güne koca bir kıskançlık çiziyorum. Her girdabın içine bile bile kendimi sürüklüyorum. Ağzımda tuzlu bir ıslaklık... yanı-yorum...
Beni bu sıralanış içinde bir yerde bırak-ın!!

Şimdi gidiyorum...
Küçük kâğıt parçalarına, çoktan vakti geçmiş bir fotoğrafın karelerini teker teker serpiştirmem lazım. Elbise dolaplarında bıraktığım kaçışlarımı toparlayıp, yüreğimin valizlerinde kocaman bir yer açmalıyım. Karşı kıyıdan yükselen namelerin ince ince raks ettiği senden uzak bu şehirde, attığın her ilmeği özenle saklıyorum. Günün birinde hikâyesini yazdığımız bir nefes, kendi hikâyesini bizim bıraktığımız yerden devralıp yazmaya başlayacak…
Biliyorum, bu yokluk ikimizi de kanattı bir zamanlar. İkimiz de gövdesi parçalanmış aşkların saçaklarında kuşandık ürperişleri. Her saniye sustuk, oysa ne çok bağırıyorduk!

Perdeyi aç.
İstanbul'u ağlat!
Tren garından topla dökülmüş, kırılmış, yalnızlıkla çarpılmış her maziyi.

"Bu gece sesini duymak isteyeceğim" dediğinde, saat gece yarısına kollarını çoktan açmış olacak...
Öpmelisin...

Beni bu sıralanış içinde bir yerde,
Beni bu sıralanış içinde bir,
Beni bu sıralanış içinde,
Beni bu sıralanış,
Beni bu,
Beni...

"Bir yerde..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder