Akdeniz’de bir limandayım. Güneş denizde söndürüyor ateşini. Öyle çok renk bir aradaki!
Sessiz kalmaktan başka çarem yok. Susuyorum. Ta ki o uğursuz gemiyi ufukta görünceye dek! Siyah bir nokta oluyor önce. Sonra yavaşça karartıyor tüm gökyüzünü. Bilemediğim bir öfkeye kapılıyorum.
Düğümün merkezinde sonlanan yarım ay vakti bir gecede dinledim senden o ağır geçmişin sesini. Ağaçlı yolun en başındaki bankta oturmuştuk. Havadaki dingin rüzgârın sesi kulaklarımızı tırmalıyor sanırken, ruhumuzmuş aslında tırmalanan. Bir tek zaman durmuyordu o günlerde, bir tek o dursun diye düşlerken. Yoğun bir kavga, karşılıksız söz düelloları, hacimsiz bir sevgi...
Sonra duvarlar girdi aramıza. Bir gece, o frekansın ayarını yapmaya çalışıyorken, eski ve bilinen bir şarkının sözlerinde anladım senin de giderek uzaklaştığını benden. Oysa o sandalyenin tıpkı bir salıncak gibi salınışında ilk defa ben, "git" demiştim sana. İlk ben, yolların çizgilerini belirsizlikten çıkarıp bembeyaz bir renge boyamıştım. Henüz şiirlerin kirlenmediği, kitapların ayraçlarında önemli notların barındırıldığı, seninse kendinden vazgeçmediğin zamanlardı... Suskunluklarımız bir tek gülüşlerimizde saklıydı...
Suskunluklarımız saçlarımız gibiydi... Rüzgârda naif ve umarsızca dalgalanan...
Akdeniz’de bir limandayım.
Siyahın içinde ufak, beyaz noktalar gibi güzel anılar
Oldukça uzakta parlayan.
Bütün bir gece aynı soruları sorup durdum kendime. Körkütük bir geceydi, körkütük dudaklarım bağlanmıştı. Odalar arası adımlarda, küçük heyecanların masum düşlerinde, her sayfayı o küçücük an içinde teker teker çevirip geride kalan yıllarıma baktım. Kaçırdığım bütün gecelerime. Bahsettiğin limandaydım. Akdeniz’de.
Yavaş yavaş kendini kapatmaya hazırlanıyor bir sayfa daha. Az kaldı. Bak, o ağaçlı yolun başında bankta oturan bir geçmiş de ayağa kalktı, gitmek için. Birkaç kayısı uğruna pantolonunu yırtan genç kız da çoktan ağaçtan indi bile. Daha ne duruyorsun?
Bekle beni uğursuz gemi
Geliyorum.
Yaşamak Denirse
YanıtlaSilYapraklar ört üstüme
Birlikte derin bir uykuyu fısıldayalım
ben aşkı ancak öyle hatırlarım…
Dialogue
Karanlık gibi uysal!
Karanlıkta kan emen,
Yarasa aşklar !
-Sen de onlardan mısın?
Hazımsız kadınlar yapayalnız erkekler…
Yanlış tanrıya tapan ataerkiller!
Hayal kadınlar müzesinde bekliyorum,(saat 17:05)
Aşkın yara izi kuruyor
bir başka vebalının dokunuşuyla
trafik lambaları bile yalan söylüyor bu şehirde
Sevişmekle başlıyor ilk günah
ve yaşamı oynuyoruz
sen, ben
kırmızı başlıklı mevtalar…
Her Kim ne kadar alacaklıysa
o kadar günahkâr oysa…
---
Şehrin bir yanında oynaşıyor dişi-erkek kancıklar
Atlasın öte yanında çocuklara misket dağıtıyor uçaklar
Ve Sen kim bilir
Hangi gölgelerin altındasın.
Milim kaçsa ustura,
topallıyor Aşk.
İnce topukların çınlıyor
Kirli mozaiklerde
Kaç kez okşadım
dokunduğun tırabzanları(Saat 19.30)
Dar yolların
ikindi suskunluğu
Asılsız metanet öyküleri
Dostların “zaman iyi gelir” avuntuları
Sigara, alkol
Acı ve sükûnet… (Bana endorfin lazım)
kat aralarına sinmiş keder,
asık yüzlü kahverengi kapılar
ve her gün kokladığım
solgun bir şal
naftalin ve şefkatle büyüttüğüm...
(Tel örgülerle ayrıldığımız gece
Öldüm ben)
G. Daçe