İlk ne zaman cemre düşmüştü ellerimin çocuksu düşlerine. Baharı tanımazken, sonbaharı içten içe gözetlerken mi yağmurlar başlamıştı dizelerin üzerine. Şimdi içimin daralan sokaklarında bir ses, şaşkın...
Karanlık şehre usul usul indi dün gece. Yağmur kokusu her zamanki gibi bir gölge misali üzerime sinmiş, benimle birlikte geçiyordu caddeleri. Sol yanımda, kirpiklerinde kocaman ışıkları olan ve göz kapaklarında taşıdığı o ahenkli duruşu bir türlü çözemediğim adamın bedeni konaklamıştı.
Hani, bilirsiniz daha küçükken oynadığımız o sevimli oyunların içinde yaratılan diğer oyunları. Haylaz bakışlarımızda taşıdığımız, nereye koyacağımızı çoğu zaman kestiremediğimiz, yaratıcılığımızın sınırları içerisinde sürekli devinen, o oyunları. İşte ben, o oyunların içerisinden sıyrılıp gelen bir yüzün taşıdığı gözlere tutuldum. Anlattıkça devrilen gözyaşlarımı hiç sorgusuz ve sualsiz kabullenen, kalabalık cümlelerimi birdenbire toparlayan, her sözünde gülümseyen sevgisini içime taşırmaktan çekinmeyen ve bir mucizeyi yeniden avuçlarının içerisinde doğuran, o gözlere...
Kaç yıl geçip gitti içimdeki ölü ruhlara can vererek ve kaç savunmasız özlem tortusu yuvalandı yüreğimin en aydınlık köşesinde... Bu öyle bir zamanki, bütün korkularımı yeniden ayaklandırıp hepsini tek celsede boğazın sularına serebilecek kadar güçlü ve kudretli. Tanrı'nın sesiyle yükselen bir aşkın, bir gece vakti ansızın tenimde yer buluşu... Benden yitip gidenleri, yeniden bana anımsatarak beni temizleyen ve içimi arındıran sessiz bir yol arkadaşı.
"Bak, işte burası sana bahsettiğim bahçe. Hani çocukluğumun geçtiği. İşte ben bu bahçede oynardım hep"
Pencereyi açıp evin geri kalan odalarına doğru yola çıktığında sen, o pencereyi hiç kapatmak istemedim. Ağaçların rüzgârda savrulan yapraklarında o günleri, içime çektiğim taptaze nefesle geri çağırmak ve seni oradan oraya, o bahçe içerisinde koşup oynarken görmeyi diledim. Gözlerimi kapadım. Saçlarımın arasına yayılan serinlikte önce o küçük ayaklarını, sonra da bedeninin yaramaz adımlarını gördüm. Elimi uzattım. Elimi göremeyecek kadar küçüktün ve bir gün bu eli görebilecek kadar da büyük...
İç içe geçmiş apartmanların, birbirini kucaklayan pencerelerinden yükselen sesleri dinledim bir süre. Saçlarının kokusunu, parmaklarına bulaşan toprağın rengini, ağaçların gövdesine dokunan oyuncaklarını, çocuk kalbini, yalnızlıklarını, haylazlıklarını, gülüşlerini, elmacık kemiklerine dokunan komşuları ve aklına değip geçen bütün o cin fikirleri izledim durdum.
Sen görmedin.
Gamzelerime bıraktığın tebessümün farkında olmadan, kapadım pencereyi... Tülü parmaklarımda tutarken tek bir şey diledim o bahçeden:
" Ne olur beni de al yanına çocuk ruhlum."
Bir ömrü işleyebilmek dizelerde ve bir ömre can verebilmek yürekte. Yılların içinden geçip bütün her şeye beyaz bir gecede gülümseyebilmek... İçimdeki hücrelerin rengine her nasıl olup da dokunabilmeyi başardığını hala anlayabilmiş değilim ama bu yüreği, bir başka çocukluk ve küçük sevimli bir anı bahçesiyle yeniden ayağa kaldırdın...
Benim tükenmeyen gözyaşlarım vardır... Ardı arkası kesilmeyen dudak büzüşlerim... Ellerimi eline aldığında kaybolacak bir ruhum ve o ruhu ayazda bırakabilecek kadar keskin sevdam...
Kendi ayazında bir yüreği ısıtabilmenin ne kadar zor olduğunu belki bilirsin. İçimdeki o çocuk bunu her defasında başardı biliyor musun? Şimdi benim içimde nereden geldiğini çözemediğim o ışığı, senin gözlerinden alıyorum. Sabahtan beri düşünüyorum adını, o kirpiklerin gözlerinle birleştiği duygunun ne olabileceğini...
Bir mucize ve bir ışık...
Koca bir çınarı ayaklandırdık farkında mısın? Tek bir gövdeden yayılan geçmişin tarihini devraldık birbirimizden... Senin bana verdiklerin ve benim sana getirdiklerim. Biz seninle çocukluğumuzla çarpıştık... Farklı bahçelerin aynı yaramaz çocukları...
" Ayaklarım üşüyor... Bugünlerde parmak uçlarımda bir soğukluk, anlayamıyorum..."
İşte tam bu sırada evin odalarında dolaşmaya başladı içinin sıcaklığı. Aklında dirilmiş küçük kahverengi patiklerin arayışıyla, kayboldun gözden. Bir gün o patiklerle bir mucizeyi ısıtabileceğin aklına gelir miydi? Eski sandıkların naftalin kokusunu anımsatan tatlı benzeyişindeki gibi, önce kokusuyla geldi yanıma. Ayak bileklerimi elini aldığında kayıp gitti soğuk içimden... İki küçük kahverengi patikten önce, sen ısıttın içimi... Şimdi her gece, yanı başımda tıpkı bayram öncesi hediyesini almış küçük bir kız çocuğu gibi uyuyacağım onlarla...
Bir bahçe...
Bir çocuk...
Bir geçmiş ayracı...
Bir çift küçük kahverengi patik...
Yani, tek bedende konaklayan iki farklı yaşanmışlık...
Sabaha karşı çoğaldı her şey içimde. Uyurken düşlerime bırakılan her neyse, gözlerimi açtığımda yanı başımda duruyordun. Yüzüne dokundum. Saçlarını okşadım. Yıllardan sonra belki de ilk defa sonsuz bir huzura gözlerimi kapadım...
"Dün gece gördüm seni...
Gözlerimi açtığım her sabah yanımda ol diye..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder