PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

10 Mart 2010 Çarşamba

Susku

Tarih...
Görüntüler...
Kısa notlar...

İlk karşılaşma...
İlk hediye...
İlk sözler...
İlk sesler...
İlk uykuya hazırlık vakitleri...
İlk uykusuzluk...
İlk ilmek...
İlk dokunuş...
İlk günaydın...
İlk kavga...
İlk göz yaşı...
İlk kaçış...
İlk terk ediş...
İlk vazgeçiş...
İlk cümle...
İlk istek...
İlk bekleyiş...
İlk yolculuk...
İlk kavuşma...
İlk sarılış...
İlk yemek...
İlk şüphe...
İlk bağırış...
İlk sessizlik...
İlk çaba...
İlk tedirginlik...

*İlkler...

Sonra yaşam, çemberi bir kez daha çevirmeye başlar ve tüm ilkler, yaşanmış olmanın verdiği tuhaf bir haz ve hazımsızlık duygusuyla, yeniden başa sarar. Her şey yanı başınızdan geçip gider. Ayna sadece yansıtan görevini üstlenir... Bilinç bu denizde, aynanın kendisinden başkası değildir. Olaylar akış hızına bağlı olarak gelir ve gider. Gelip giden siz değilsinizdir! Bilincin uçurumundaki bu yansımalar, sonsuz bir şekilde dalgalanır.
Zihin aldatıcı olabilir. Zihnin duvarları gerçeğin sözcüklerini kendince değiştirebilir.

Bu bir çember...
Çemberin neresinde olduğumuzsa, bu "susku" içinde...

O melek, kanatlarını açıp çoktan yatağına doğru havalanmaya başladı bile.
Perde bu defa içimde açılıyor...

Peronlar...
Yol çizgileri...
Kavuşma...

Son buluşmalar...
Son seslenişler...
Son yanyanalık...
Son görüntüler...
Son savurganlıklar...
Son dillenişler...
Son serzenişler...
Son bağırışlar...
Son düellolar...
Son korkular...
Son çarpıtmalar...
Son tehditler...
Son bakışmalar...
Son fotoğraflar...
Son sallanışlar...
Son kelimeler...
Son avuntular...
Son umutlar...

*Sonlar...

Önce ölüm gelip yerleşir damarlararası bir yolculuğun hemen sonrasında ve her son, bitmiş olmanın verdiği garip bir aldanış ve inkâr hikâyesiyle, bir öncekinden daha da kısa sürmeye başlar. Damar yolundan hızla girilir. Başlangıç anından itibaren seçilmiş ve ortaya konulmuş tüm veriler teker teker fotoğraf kareleri halinde gözler önüne serilir. Bu, yaşam içindeki acı, katlanılmaz, evet hayır döngüsünün hızlandığı ve kana karışması en güvenilir olan yoldur. Güvenilirliği belki de hızdandır.

Kısa bir süre için bilinç mekanizması devre dışı bırakılmıştır oysa bu da bir oyundur. Kişinin, savruluşun eşiğine adımını atar atmaz başlayan bu oyunda kurguların müdavimi yine kendisidir. Yaşam tiradı için sufle veren birine ihtiyacı yoktur. Ön hazırlıklar, kostümler, ışık, ses, sahne, perde, seyirciler... Her şey tamdır!

"...
*Ve siz, ey evreni sarsan gök gürültüleri,
Yamyassı edin şu semiz dünyayı o korkunç kükremenizle.
Paramparça edin doğanın insan döken kalıplarını,
Yok edin hemen nankör insan üreten tohumlarını! ”
* KRAL LEAR
William SHAKESPEARE

Oyun son bulabilir. Oyunun kahramanları, yerleşik bir zamanda hali hazırdaki varlıklarını devam ettiriyor da olabilir...

Bu bir çember...
İç içe geçirgenlikler dışında, asıl duruşundan hiçbir şey kaybetmemiş. Çemberin neresinden tuttuğumuzsa bu "susku"nun katmanları içinde..

O melek, kanatlarını açıp çoktan bedeninin sınırlarını anlatmaya başladı bile!
Perde bu defa suskunluğunda(!) açılıyor.


Düşler...
Girdaplar...
Yanılgılar...

Sağım

Mantıksız...
Üç boyutlu düşünme...
Muhakemesiz...
Şairane...
Müzik ve ritim...
Platonik...
Sezgi...
Boyut...
Yaratıcı...
Romantik...
Mistik...
Hacim...

*Loplar...

Düşünce okyanusunun içerisinde ağır aksak ilerliyor zihin. Kuytu bir yerde sığınmacılık yaparken ve bulduğu yerin dokunulmazlığını içten içe özümserken güçlü bir sesle irkiliyor.
"AŞK"
Varoluşun tüm bütünsel öğrenmelerinin çevrelediği, bu görünüşte küçük ancak çemberin etrafında yürürken, günden güne genişleyen ve olası değişkenleri içine hapseden olgu sayesinde zihin, önce yaklaşma sonra kaçınma kulvarlarında dolaşmaya başlıyor.
Varlığını tek bir haritada göstermeye çalışan aşk, loplar arası dengeyi sağlayamadığında alaşağı olabilir. Ki bu yalnızca aşkın sınırlarında dolaşmak anlamına gelmiyor. Yaşamın tüm adımlarında birbirini itekleyen bu iki güçten birini, diğeriyle eşitlemek ve aradaki köprüyü bir yerde buluşturmak gerekiyor. Zihin, tıpkı bir bulut gibi bütün bedenimizi sarıp sarmalıyor. İçte ve dışta neler oluyor ve biz bu olanların ne kadarını görebiliyoruz?
Göz gözü görmüyor...
Zihin her yeri fark ettirmeden kaplıyor...

* "Vücutlar bahçemizdir; niyetlerimiz de bahçıvanımız."

**W. Shakespeare

Ah kadınlar ve erkekler!
Sahnenin en orta yerinde tutuştukları düelloda, yaralarına aldırmadan devam ediyorlar köprünün üzerinde dolaşmaya...

Bu bir gökyüzü...
Her türlü hava muhalefetine karşı ayakta ve gururlu...
Gökyüzünün hangi noktasında olduğumuzsa bu "susku"nun mevsimlerinde...

O melek, kanatlarını açıp çoktan dokunuşların tensel hazzını kelimelere işlemeye başladı bile!
Perde bu defa duygularında açılıyor!


Gerçekler…
Uçurum…
Yüzleşmeler…


Solum

Mantıklı…
Matematiksel…
Hesapçıdır…
Doğrusal…
Analitik…
Ayrıştırıcı…
Plancı…
Detaylara odaklı…
Rasyonel…
Bilimsel…
Konuşma...
Diziler…


Yüzyıllardır durmaksızın süren, erkeklerin hükmederek devam ettiği ve kadınların başkaldırılarının sessiz çoğunlukta sınırlı kaldığı bir iktidar savaşı. Duyguların burada sözü geçmiyor. Hesaplarla kurulu bir düzenin alçak sesli haykırışlarını duymak neredeyse imkânsız... Kelimelerin duygusal yandaşlığını devralan mantık abidesi, doğrusal bir düzlem üzerinde gerekli hesap ayarlamalarını yaparak yola devam edecektir. Açılan hesabın planlarında yaratabileceği olası bir değişikliğe karşı alınan önlem oldukça gerçekçidir yani herhangi bir sömürüye olanak tanımayacak kadar akılcıdır. Savaşmak için birinin hesapçı olması gerekir.

Bu bir döngü…
Zamanı geldiğinde değişir diye beklenilen ama bilinen senaryolarla yeniden gün yüzüne çıkan.
Döngünün neresinde dâhil olduğumuzsa, bu suskunun asla sonlanmayacak cümlelerinde…

O melek çoktan, iç-suskunluk ve duygu karmaşasında yolunu kaybetti.
Perde bu defa “yok saydıklarımız” için ka(pa)nıyor.




1 yorum:

  1. İlkler.Sonlar.“yok saydıklarımız”bu kadar güzel ifade edilir mükemmel anlatım...

    YanıtlaSil