Altı üstü siyah beyaz bir geçmişti hatırlamaya çalıştığım. Uykusuz geceler yatağının hemen altına, iteleye kakalaya fırlattığımı düşünüyordum. Yok... Nereye baktıysam, hangi kitabın ara sayfalarına baktıysam bulamadım. Kir pas içerisinde, dolambaçlı yollarda düşe kalka gittiğim yerden geri dönmekle yetinebildim. Birikmiş bir anı sepetinin içerisinden ne bulmayı ümit ederek bu işe giriştiğimi inanın bilmiyorum. Sanırım bugününüzde duyulması beklenilen gündelik sözlerin karşılığını, vakti zamanında duydukları arasında, hayal de olsa bitmiş de olsa bir şekilde bulmayı ümit ediyor insanoğlu. Ya da ümit ettim.
Yok işte!!
Siyah beyaz sandığım o geçmiş artık bana ait değil. Yaşanılanlar her ne olursa olsun, yaşayana ait değil midir oysa? Peki ya bu ne şimdi? Kendi haricimde benimle oyun oynamayı seven birisi daha mı var benim tanımadığım yahut varlığını bilip de önemsemediğim? Tuhaf bir karmaşa, karışıklık... Acaba diyorum, ne kadar debelensem de bir türlü ulaşamadığım bu geçmişi, farkında olmadan, yorgun bir ruh halinde mesela, birine mi emanet edip çıkıp geldim bugüne? Böyle bir olasılık mümkün olabilir mi?
Ne yaptıysam çıkamıyorum bu işin içinden... Hani bazı anlar vardır insan kendisiyle bile barışamaz. Susar, konuşmaz. Yalnız kalmayı tercih eder ama sonra bu sessizliğe katlanamaz. Kalabalığa karışayım der ama kalabalığın içinde dolaşamaz. Geleni geçeni izleyip garip bir ruh halinde gider gelir. Kısacası varlığına dair en ufak bir iz barındıramaz bedeninde...
Çekilmez bir çekimserlik...
Emanet... Emanet... Emanet...
Her yaşanmışlığı yıllarca boynumda sanki marifetmiş gibi taşımasını bilen ben, şimdi hatırlayamadıklarımla boğuşuyorum. Unutmak diye bir şey yok! Biliyorum, yalan bir kelime bu. Varsa yoksa daha nasıl kendimi kandırabilirimin boyut değiştirmiş halinden başka bir şey değil.
Bir insan nasıl unutabilir ki?
Geriye dönüldüğünde hatırlanabilen her şey unutulmuş mudur gerçekten?
Yoo, hayır. Biliyorum unutmadım. Biliyorum ben bu emaneti günün birinde geri almak için birine verdim. Güvenilir biri olmasaydı böyle bir cesaret örneği sergilemezdim ne de olsa... Ama işte, zayıf düştüğüm bir anda ya da malum titremelerimin geldiği bir acı sonrasında, hiç tanımadığım birine de verebilme olasılığım var ve ben şimdi bu olasılığı düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum.
Bir geçmişi birine emanet etmek!!! Kimi zaman insanın kendisi bile yüklenemiyorken böyle bir sorumluluğu, birine bunu bırakıp hayatına devam etmek...
Yok yok, dayanılır gibi değil bu sorularla başbaşa kalmak... Bir şeyler yapmalıyım en kısa zamanda. Mesela hali hazırda bir gün lazım olur diye tuttuğum defterlerimi gün ışığına çıkarmalıyım. Kıyıya köşeye savurduğum isimleri ayıklayıp her birini yeniden yaşamaya çabalamalıyım. Hissetme duygumu geri kazanmalıyım. Kaybedilmiş acıları kavlatmalıyım. Biliyorum hiçbiri kaybolmadı. Hala ruhumda bir yerlerde, benden habersiz dolaşıyorlar. Yoksa haberim var mı?
Çıldırmış olabilme ihtimalimi sorgulayabildiğime göre, hala sapasağlam kalan bir yanım var demek ki... Düşünebiliyorsam ve düşündüklerimi sıraya koyabiliyorsam, benden iş çıkar. O halde geriye, tüm bunları harekete geçirebilmek kalıyor.
Bugün her şeyden izin alayım bari. Evimin hiç kullanılmayan pembe tüllü mor perdeli odasındaki gülkurusu renklerden oluşan koltuk takımının, ikili olanına kurulayım. Uzun süredir kullanmadığım bir tütsü bulayım. Günün birinde kullanılacak dediğim mumlardan bir kaçını hiç acımadan yakayım ve olanı biteni bir kez daha sakin kafayla anlatayım kendime...
Emanet vermek mi? Olur şey değil!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder