PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

20 Nisan 2011 Çarşamba

Ya İçinde Ya Dışında

Çöl susuzluğundan gün(düz)e düşürülmüş fotoğraflar gibi kalır kadın. İncinmiş başucu şarkılarının yalnız haykırışlarında, koca bir gökyüzünün, masmavi aldanışlarından kaçırılmış bir sonbahar sözüdür yüreğinde sakladıkları... Gece oturunca kan gibi damarlarına, göz kapaklarında sonlanır uykusuzluğun ağrılı nöbetleri.
Ya sabah olacak ya da gece bir daha hiç eskisi gibi yaşanmayacak!

Hep yola çıktığımda dökülmeye başlıyordu yapraklar. Dudaklarına çilek kokusu bırakmıştım ama o susuyordu. Suskunlukların yırtıldığı birkaç kelime duysam, sigaranın odayı dumana boğan zifiriliğinden biraz olsa arınabilsem, telafisi olmasa da can evinin yakıcı zehrini, biraz hafifletebilirdim. İşleyen zaman ben hep böylesine sızlarken mi unutuyor geçirgenliğini?

Biraz daha üzerinden geçtim ruhumun. Biraz daha olanları anımsatmaya çalıştım yorgun düşlerime. Evin odaları arasında birkaç kısa adım attım. Duvarda yeri değişmiş çerçeveyi düzelttim. Beğenmedim, yerine başka bir resim koydum. Tozlanmış ama hala ilk günkü gibi yaz sıcağını üzerinde tutan, camdan lalelerime baktım. Turuncu yapraklarında uzaklaştım olduğum yerden. Seni aradım. Tüm kapıların kapalı, tüm sözlerin mühürlüydü. Kaçtım, durdum, baktım, yürüdüm, kıvrandım, bağırdım. Hiç durmadan saçlarıma bıraktığın kokuyu çekiştirdim, koparmaya çalıştım. Olmadı. Gece arsızdı ve sen gecenin solgun hıçkırıklarında sessiz bir yargıçtın.

Düşünüyorum. Bugünlerde belki de tüm birikmiş hesapları da hesaba katarak, düşünüyorum. Yarattığım onca güzel şeye rağmen, bana rağmen, benden gidenleri... İhaneti en yakınından gelen, yüreksiz ve zavallı insanların içimde açtığı karmaşık duygusuzluğun nelere yol açacağını düşünüyorum. Habersiz adımların, er geç yine kendisine döneceğini hiç mi bilmez insanoğlu? Hiç mi kör, kahpe bir kurşun tarafından yeri geldiğinde yine kendi içinin vurulacağını hiç mi bilmez? Şimdi Tanrı'nın yarattığı bir canda, giden Tanrı'yı düşünüyorum. Üzeriden geçip gideceği köprülerin halatları birbirini tutmadığı zaman medet umacağı yokluğu... Koca bir okyanusu, küçücük bir dere için görmezden gelince can aldığın canın kanından olan, nefes diye hangi havayı soluyacak ömrü boyunca? Değil mi ki ihanet, yalnızca bir insan kınına saklanmış en aciz ama gölgesini bıraktığında, birdenbire en kudretli oluveren? Zayıflığı, kişiliğin elbiselerinin altından sinsice işleyen?
Ne çok soru düşüyor aklıma. Bir ömür, daima bir diğer ömrü isteyerek geçireceğiz anlaşılan.

" Kalk gel hadi... Üşüyeceksin burada. Hadi ama... Üzülme daha fazla..."

Bilincin içine gizlenen bilinçsiz davranışların yol açtığı yıkımın gecesinden arta kalanlardı kasılmalarıma sebep olan. Loş ve soğuk bir odada tıpkı bir cenin gibi kalışım , bana karnımın sol yanında duran doğum izini ne denli ağır taşıdığımı hatırlatmıştı. Doğarken acısını dahi hissetmediğiniz bir iz, yıllar sonra beklenmedik sözlerin içerisinden çıkıp kendini fark ettiriyordu. Gecenin biçimini ve saydam duvarlarını yıkan birkaç harf, küçük şeylerin büyüyen gölgesi olduğunda değerini unutturmayacak derecede izler bırakıyordu.


Farkındalıklar perdesi gün be gün aralanıp kapanırken içimize, dışımıza sayısız hücre girip duruyor. Hiçbir şey bundan ibaret değil elbette ama hepsi bu!

1 yorum: