PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

19 Haziran 2011 Pazar

Ezgisi Ağır Bugünlerin

Sonra bir battaniye daha örtersin uykusuzluğuna. Gözlerinden düşen ne uykudur ne de gözyaşı. Tanımsız devinimlerin usul gürültülerinde, yalpalayarak yürür ayakların.

Küçük çocukların hevesli adımları var kelimelerimin hemen sağ tarafında. Eskiden çamurları karardım parmaklarımı nereye koyacağımı bilemediğim zamanlarda; şimdiyse kelimeleri... O zamanlar ortaya çıkan yaratının içinde saklı olan anlamı anlamadan su ve toprağı harmanlar, var gücümle birkaç şekil yapabilmek uğruna, günümü devirirdim. Avaz avaz kızılan oyunlarım. Çamurun içinde zıplamaktan ölesiye keyif aldığım, bacaklarıma bulaşan kahverengiliğin zamanla çatlaklaşan görüntüsüyle, ortalıkta fır döndüğüm zamanlarım. “Bir daha kızsalar bir daha yaparım” demek ne kadar da keyifliydi.
Kısa pantolonlu, bol pasaklı günlerdi anlayacağınız.

Sonraları, minik ve tatlı kloş elbiselerin hanımefendi görüntüsüne sakladım parmaklarımı. İki yanından tutunduğum eteğin parçaları arasında döndüm dünya içinde... Başımın ayaklarımla orantısal paylaşımında, edası gamzemde tutuklu gülümsemeler savurdum içime, hep içime bakan gözlere... Hem çamurla haylazlığı hem de kendimden büyük elbiselerin hanımefendiliğini güldürdüm küçüklüğümde. Bu çocuğun gözleri gülümsemekten hiç vazgeçmedi.

Dün gece, parçalanan defterimin bir köşesinde, yırtıp attığımı sandığım bir cümleyle karşılaştım. Şarkı sözlerinin anlık hafızaya düştüğü anların birinde yazmış olmalıydım. Ne kadar zorlasam da oraya o cümlenin ilk ne zaman düştüğünü hatırlayamadım. Geçerliliğini içimde koruyan o kadar az şey varken, bu cümlenin hâlâ içimde olması dingin bir huzur verdi. Belki yazardım o kelimeleri buraya ardı ardına, anlatırdım anımsayabilseydim yazıldığı tarihi. Yalnızca mevsimin belirginliği sabit. Yaz ve gökyüzündeki çember.

İçimde bir büyük heyecan. Parmaklarımdan da şaşkın kıpırtılarım... Geçmiş zaman görüntüsüyle düşse de çocukluğum günüme, bugünümden vazgeçemeyişimin tek nedeni hâlâ o. Ne zaman pabuçlarımın üzerine basarak yürüsem ancak o zaman üzerime giydiğim hüzünden sıyrılıyor adımlarım.

Akşam olur, İstanbul ıhlamur kokusuyla kaplanır...

Elinden içtiğim kahvenin tadını saklıyorum. Sakallarına düşen sızının, yüzümde bıraktığı çizgileri de. Haberin yokken uykunda seninle konuştuğum zamanları da. Sana dair her şeyi, zamanın birinde dokunmayı başardığın çocukluğumla birlikte tutuyorum. Seni çok özlüyorum...

Kepenkleri birazdan kapanacak dört duvarın. Sigaranın tekmil dumanı saracak balkonun her bir köşesini. Bir nefes daha çekerken bir nefes daha verecek gece.

Yastığımın altına sakladığın gülümsemeyi bulmaya gidiyorum... Biliyorum o hâlâ orada, bıraktığın yerde ve yine biliyorum, ezgisi ağır bugünlerin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder