PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Şimdiki Zamanın Bencilliği

“Bazen durgun bir koyda yürürken ve aslında hiçbir şey ortalıklarda kendini göstermiyorken, an gelir bir fırtına çıkar. Yerle bir olur baktığın o büyük kumsal. Kum taneleri arasından geçer kuytuda bırakılmış ve gizliden gizliye büyütülmüş arzular. Islak bir cumartesi gününü kucaklamışken beden, bir başka ıslaklığı sorar tüm çıplaklığıyla. Geride bırakılmış bir sevdanın izi neredeyse kalmamıştır bile...

Zaman akşama doğru akarken yolcu, bütün pencerelerini kapatıp yerinden kalkar. Yolu uzun değildir, dinleyecekleri vardır, anlatacakları ve belki de bugüne kadar bir diğerinden hiç beklemedikleri. Önce duyarlı bir ses verir, "buradayım" der gibi ama aslında hiç varolmamıştır. İşte günlerden bahsi geçen gün ve seslerden, izi daha henüz çok bırakılmamış bir sesle başladı her şey.”


Kimlikler…
Yaşamın içerisinde kâh dinlenirken kâh yürürken kâh severken kâh ağlarken kâh koşarken diye sürüp giden bir karmaşanın tam orta yerinde, üzerimize yapıştırılan ve nereye gitsek peşimizi bir türlü bırakmayan yol arkadaşımız. Belki çoğumuzun yandaşlığından hiç rahatsız olmadığı, belki de bazılarımızın yeri geldiğinde üzerinden atmak için uğruna birçok şeyini feda edebileceği, vazgeçilmezliğin vazgeçilebilir kısmı… Nasıl oluyor da kendi içerisinde bu çelişkiyi barındırabiliyor diye düşünenleriniz varsa, emin olun çok kolay bir ayrımı yok. Hele ki ne yapacağını ve onu yaşamının neresinde tutacağını tam olarak kestirememişler için bu öyle kolay yutulur bir lokma değil.

Dönüp arkama ne zamanlar bakıyorum diye kendime sorarken buldum. Galiba insanoğlu kayıplarının arasına bir yenisini daha eklediğinde, küçücük bir zaman parçası bile olsa, dönüp şöyle bir geçmişini ve geride bıraktıklarını kolaçan ediyor. Varken yokmuş gibi davrandıklarını ya da mutluyken mutsuzluğu seçmeyi tercih etmiş olduğu şeyleri düşünüp çıkar bir yol bulabilmek adına, bir geri bir ileri gidip geliyor. Zamanında alınmış kararların bugüne olan etkisini gördüğünde ise verdiği kararların doğruluğu ve yanlışlığı üzerinde hesaplaşmaya başlıyor.
Ben hesap yapamıyorum bile! Varsa yoksa ensemden beni geçmişe çeken o lastik ipin kopması için elimden geleni yapıyor ama ne zamanki uykuya kendimi bırakacağım, işte o anda her şey yeniden eskisi gibi başa sarıyor.

Herkesin kendine göre bir kısır döngüsü mutlaka vardır ya benimki de böylesi tuhaf bir kısırlık. Ne tamamıyla günlük hayatımı çileden çıkartan ne de bana günümün en değerli kısmını yaşatabilen bir kısır döngü. Sanırım gerçekten insanoğlunun en büyük kavgası kendisiyle.

Kendi aklımı alt edebileceğim günü bekliyorum. Biliyorum ki en büyük kazancım işte o an olacak. Yıllardır bu işin içinden çıkamamamın bedelini bir şekilde ödedim. Seçimlerimin ağırlığını, bana verilen yüklerin ya da kendi üzerime bile bile aldığım yüklerin yorgunluğunu an be an hissettim. Belki de bu yüzden bugünlerde soranlara gülümsemeyi unutmadan “çok yorgunum” diyorum. Derin bir nefes alınca çıkıp gidiverse diyorum her şey. Sonra durup vazgeçiyorum. Acısıyla tatlısıyla senindi onlar, sahiplen. Sahipleniyorum da ama bir türlü bu çetrefilli düşüncelerden de kurtulamıyorum. Dedim ya bu tuhaf bir kısır döngü…


“Haliç’in gözleri henüz ıslanmamıştı o öğleden sonrası. Adımlarımın beni hangi duygu sonuna hazırladığını biliyordum ama bilirsiniz, bazen bilmek yeterli değildir. Bile bile körüklersiniz içinizdeki ateşi. İstemediğiniz bir “son” durur, hani o bildiğiniz başlangıcın hemen yanı başında. Kederlerinizi bir süre de olsa rafa kaldırmayı, onu düşünmeyi, anları doya doya tüketmeyi, paylaşmayı istersiniz. Kısacası bilmeyi bilmemeyi istersiniz.

Zorlukların içinde yetişen bir aşkı kazanmak, her defasında daha çekici gelmiştir. Oysa en büyük acılarınızın müsebbibi hep o tanıdık zorluklardır. Nedir bunca didiniş içerisinden çekip çıkarmaya çalıştığınız, o zorlu aşk? Alıp verilemeyen, türlü serzenişlere iten, söylenmeyecekleri bir bir söyletme gücünü verdiren bu aşkın çekemediği nedir kendi kendinde…”

Bir öyle bir böyle, hem onla hem onsuz, ne yerde ne gökte bir türlü hiçbir yere sığmayan anılar, sığdırılamayan bir ten. Günlerin koynunda hesapsız bir sürükleniş.
Anlayacaklarım da varmış derken anlatılanların ama en çok da anlattıklarımın içerisinde sıkıştım kaldım.

Duvarların baktıkça konuştuklarından, bindiğim dolmuşun sana götüren mutluluğundan, bihaberim. Sanki hafızamın benim bile daha önce hiç fark etmediğim bir yerinde garip kıpırdanmalar oldu ve ben yalnızca tek kişilik yastığa, çift kişilikmiş gibi sarıldığımda uyumak ve bir daha uyanmak istemiyorum.

Sabahın, o mahmur sıcaklığında kalkıp uzun bir yürüyüş sonrasında, yemyeşil bir vadinin gövdesine uzanıp boylu boyunca doğanın aşkını kalbime doldurmayı istiyorum. Uzun upuzun kuru gül dalının tekilliğinde, o arabanın hemen yan koltuğundaki boşluğunda, onu gördüğüm ilk güne geri dönüp tek celsede bitecek bir sarılışa yeniden kendimi bırakmayı bekliyorum.

Şimdiki zamanda kocaman bir bencilliğin düşlerimi perçinleyen sandalında ve mısır kokularının bekleyişinde, sus payı bırakıyorum yaşananlara.

Bilsen ben bu çoğullukta neleri aklımdan geçirip hala gülümsüyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder