PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

8 Ocak 2011 Cumartesi

Fark Etmeden

Uykularımı bozdum o bilinmezlik kendi halinde uyurken İstanbul’un koynunda. Bütün sokaklarım tetikte. Martılar da olmasa hıçkırıklarım duyulmayacak…

Islık çalarak uyandırdı beni. Henüz kapamıştım gözlerimi ılık ve nemli bir sabaha. Onca ısrarına rağmen nasıl dayandın diye sorarsanız, şimdilik verebilecek bir cevabım yok! Oysa ne çok istemiştim son nefeslerini içimize çekerken sigaranın kolumdan çekip ‘hadi geliyorsun sen de benimle’ demesini… Sakin ve kendindeydi her zamanki gibi. Fırtınalı cümleleri, hoyrat davranışları, huysuz geceleri ve vurdumduymaz bakışları yoktu. Saat gece yarısına yaklaşırken küçük sırt çantasını ve hafta sonları yanından ayırmadığı dans ayakkabılarını sırtına takıp İstiklâl’in o derin kalabalığına karıştı.
Saat tam 23:38’di.

O giderken üzerine oturduğumuz küçük dar betonun tenimi acıttığını hissettim. ‘Dur, ben de seninle geliyorum’, demenin bu denli zor olabileceğini bir kez daha anlamıştım. Bugüne kadar hep ‘ kal, gitme’ demiştim gidenlere… İkisi arasındaki farksa, hani o ara sıra aklımıza geldiğinde konuştuğumuz, ‘farkındalıkla’ ilintiliydi belki de. Niye hep ertelenmişliklerin yörüngesini çizer ki beklediklerimiz, hatta beklentilerimiz? Bir sokağın içinde, gelip giden onca insana rağmen tek bir fotoğraf karesi belleğimde kaldı. Usul usul gidiyordun. Sen gibi sakin, duru, pürüzsüz…

Uyandığımda 05:25’ti saat. Gece boyunca aklım bir ‘hayır’a takılıp kalmıştı. Sabaha karşı gözlerimi açtığımda, bir çemberin sınırlarını anlatan sözcüklerinle karşı karşıyaydım. Duruşla tüm olasılıkları değiştirebilecek bir çemberin sınırlarıyla… Biliyor musun yıllarca o dizelerin melodisini hiç çıkarmadım aklımdan. Yaşam seninle bana bir şeyler anlatıyordu. Kim bilir bunu öğrenebilmek adına nelerden vazgeçecek, neleri sorgulamak zorunda kalacaktım. Belki de yeni bir melek olmalıydın. Arada sıkışıp kalan o yarım bağı kopartıp atabilecek bir melek…

“ On dakika sonra arabayı park ettiğim yere gelebilir misin?”

Gürültülü bir şehrin en işlek caddelerinden birinde yürüyorsanız, içinizdeki seslere kulak vermeniz gittikçe güçleşiyor. Yüzünüze vuruyormuşçasına yanınızdan geçen kalabalığın bakışlarına bakarken veya kendi yolunuzun düş duvarları arasında adımlarken, birbirinden bağımsız yüzlerce düşüncenin anlattıklarını anlamaya çalışmak da olanaksızlaşıyor. Kimi zaman geçmişten gelen davetsiz bir isim, kimi zamansa ‘aylar önce burada, tam şurada oturuyordum’ diyebileceğiniz yığınla şey şeritleniveriyor gözlerinizde.

“ Biraz daha hızlı gitmeliyim. Acaba o park yerini bulabilir miyim?”

Bu rotasız adımlar birazdan arabanın sağ kapısının açılmasıyla son bulacaktı elbet. İlk cümlelerin dile dolaşan heyecanı sonrasında gülünecek, dudakları tutan saniyelik bir öpüşme merasimi yaşanacak ve direksiyon, ilk defa gidilecek bir yolun caddelerine doğru yavaşça önce sola sonra sağa doğru kırılacaktı.

İçimdeki suskunluğu bir bilsen… Sana her şeyi bir anlatabilsem…

Dolunayın düşsel bir yakınlığı vardır. Göz kapaklarının her açılış ve kapanışında, bir düşünceden bir diğerine geçmek için planlanmış bir süre olmaz. O her koşulda varlığını hissettirecek duygu tozlarını kendinde taşır. Her türlü kırılmayı, eski mevsimleri, iple çekilen akşamüstü kavuşmalarını, uykudan önce söylenen sözlerin hüznünü, bir tuşla açılıp kapanan hayatları, yarının telaşlı koşuşturmalarını, iş yerindeki herhangi bir eşyanın düşle yoğrulmuş tasvirini, sıcak bir poğaçanın damaktaki tadını, ufak notların anımsatmaya ayarlı görevini ve yazdıkça çoğalacak nice yaşanmışlığı ve belki yaşanacakları bir şekilde renklerinde taşır. Turuncu, beyaz, siyah, gri ve belki biraz sarımtırak… Yoklukta başlayan varlığı bir günahla çoğaltıyoruz belki de.

Yaşamın dengesi dokulardan geçer. Her şeyin kendisiyle sınırlı bir işleyişi var; ta ki ona başka kapıları açacak bir diğer uyaranın kapıyı çalışına kadar.
Hiçbir şey boşuna değildir.
Uykudan önce biraz gülümsemen için.
Tatlı düşler…

‘ Güzel kız ne yapmış, uyumuş mu?”
‘Uyuyacakmış ama gökyüzüne bakıp biraz düşünmeyi seçmiş. Sonra belki bir bardak süt içip gözlerini kapatacakmış. Hangisi rüya ? ’

Birbirinden uçuktur aslın suretine yansıyanlar. Kompartımanlar arasında yolcuları tanımadan bağlanır zaman. Kalkış düdüğü yalnızca makinistin parmakları arasındadır hareket için; oysa yolculardır kavuşacak olan ve makinist hep terk edendir… İki istasyon arasında başlayan ömrümüz, istasyonlar arasında sürüp gider. Siz binerken makinist bekliyordur sizi içeride; inerken, o yine bekliyordur(!)

Önce baylar…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder