PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

10 Kasım 2010 Çarşamba

Gerçeğin Alt Yazısı

"Bazen sayamıyorsun. Göz kapaklarının hemen altında kıvranan bekleyişler, her geçen gün daha da çoğalan bir hızla uykuya dönüşmeye başlıyor. Sonra, geçmişin kahkahaları arasında yitiriliyor birbirimize dokunmak için çırpındığımız sayılı günler..."

Masanın hemen ortasında kitabın sayfaları arasından çıkarmaya çalışıyorum tanıdık birkaç cümleyi. Geride kalan gün sayısı katlandıkça sen de benim gibi özlemişsindir diye bir şeyleri, okuduklarının arasına kıvrılan sessiz bir noktalama işareti olmayı istiyorum. Kalemin ucuyla karışık bir düzende bildiğim bütün işaretleri çiziyorum. Saatler geçiyor, beyaz sayfaların yerini uğultulu bir karanlık almaya başlıyor. Fazlası yok. Hepsi hepsi birkaç çizginin etrafında dolanıp duruyorum. Soru işaretlerini ne çok seviyor bu hayat. Her şeyde bir nokta var. Yani hemen hemen. Tırnak içine alsam biriktirdiklerimi, sıkışıp kalıyor teninde bir yerde. O tırnak kapanacak, kapanmalı. Nokta koymadan yapamıyorsun. Sanki iştahlı bir boğazın doyuma ulaşması için var gücüyle çalışıyor "nokta". Bak gördün mü rahat bırakmayacak bizi, sen de biliyorsun. Gerçeklerin alt çizgili bir anlatımı yok ne yazık ki! Er ya da geç kurulu düzen içinde yerini alacaklar. Tıpkı noktalı virgülün bir zaman bize kattığı o şehvetli neşe gibi... Bir cümleyi ne kadar uzatabilirsin ki? Bütün o duraklardan kaçsan, uzun uzun birbirine bağlasan duyguları, dönmek zamanı geldiğinde bugüne, her şey o son harfin sonrasında geride kalan izle son buluyor.

Israrla bir mucizenin peşinden koşsak da bütün ekler kendini bilmez bir savaşın içerisinde ele geçiriyor o şehveti. Hızlı bir çekimde yaşananlar yavaş yavaş bütün o kareleri donduruyor. Ömür boyu tutamazsın ki eline aldığın bir şeyi. Koyacaksın. Neresi olduğu önemli değil ama bir eylemle şekillenen her şey yine bir diğer eylemle örtünmek zorunda...
Karşı komşunun her gün aynı saatlerde başlayan kavgaları, gecenin ilerleyen saatlerinde bitecek. Kadehine doldurduğun şarap yudum yudum azalacak. Büyük şehrin yorgunluk travmasıyla baş etmek için koşa koşa geldiğin evindeki yatağın, bacaklarında biriken sızıları alıp götürecek... Sen ve ben örtünmeye başladığımızda, parmak uçlarımızda bulduğumuz sonbahar mevsiminin yerini kimliğini kaybetmiş bir kış devralacak. Sıkışıp kalacağız kendi köşelerimizin birbirinden habersiz yalnızlıklarında. Yalnız olmadığımızı anımsatacak bir dönem okuduğumuz kitaplar, yazdığımız yazılar, izlediğimiz filmler, konuştuğumuz arkadaşlar. Kısa süreli bir aldanışa meyledeceğiz sırtımızda günden kalan ağrıların asla unutmaya izin vermeyen sancılarıyla.

"An geliyor, kilitli kapılar arkasında bırakılan alelacele söylenmiş sözleri açıp bir daha duymak istiyor insan. Bir süre, kendi kendine biçtiğin zamanın nerede sonlanacağına karar vermekte zorlanıyor. Olanı biteni bilse de yine de gerçeğin kendine özgü bir alt yazısı olsun istiyor. Ama kendi koyduğu zamanın soğuğunda her şeyin kaybolup gittiğini anlayınca, süreksiz sert sessiz bir kelimede kalakalıyor. Kaçtıkça, peşinden ses gelmiyor. Genel geçer cümleler yerle bir oluyor..."

Hep aynı güne denk geliyor tarifsiz bir duyguya yenilip de seni uzun sessizliklerin arkasına bırakışım. Salı günlerinin derinde bir yerde bıraktığı anlamın peşinden gidiyorum. Henüz bilmiyorum. Düşüncelerimin bugün için kestiği bir bilet yok. Ama her şeye rağmen yola çıkıyorum ve sonrasında da -ilk mola yerinde- başladığım yeri unutup paniğe kapılıyorum. Duyguların samimiyeti canıma okuyor. Onlarla baş etmek neredeyse imkânsız.  İçimde büyümeye başladıkça, bir zamanlar daha onlar çok küçükken, yanıma alıp geçtiğim her yerde onları beslediğimi unutuyorum. Bazen unutkanlıkların çepeçevre sarmaladığı bir anda beklenmedik anımsatmalar olur ya nereden geldiğini çözmekte zorlandığınız, işte onlar da ilk mola yerinde sanki ufacık bir aralıktan sızmak için bekliyorlarmışçasına gelip yerleşiveriyorlar içime. Sigaranın dumanını derin derin içinize çekip geri kalanını dışarıya bırakmak gibi... Yapabildiğiniz ölçüde içeride bir yerlerde o duman hep kalır. Sanki dehlizinizin koridorlarında uygun anı kollayan öksürük gibidirler. O duman bir daha asla çıkmaz ama adı değişmiş bir belirtinin de içine siz fark etmeden sızarlar. Fark etmezsiniz çünkü sıradan bir şeydir artık o sizin için. Sıradanlıktan sıyrıldığınız zaman başlar tanımlamalar.

Doğrusu ben de yadırgıyorum böyle anları. Her şey bir anda toparlanıveriyor oysa tam da yeni yeni alışmışken sözün gelişi bir dağınıklığa... Talihsiz bir sabahın, belki de bir Salı gününün peşinden bölünmeye başlıyor her şey.

Ben o sessizliği şimdi gördüm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder