PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

4 Aralık 2011 Pazar

Frekansı Bozuk Radyo Alıcısı -38-

"İnsanlar hadiseleri basitleştirmeye, bayağılaştırmaya ne kadar meraklı..." Sabahattin Ali/İçimizdeki Şeytan

Ben nasıl biriyim? sorusunu kendisine sormayan insanlar var. Ya da sorsa bile samimiyetten binlerce kilometre uzakta olanlar... Uzun bir süredir bir kelimeye takılıp kaldım. Bunun üzerine kısa kısa da olsa bir arkadaşımla "orada bir yerde" karşılıklı yazdığımız maillerde dile getirdim. Meğer ne uzun ne aşılmaz bir konuymuş bu. Aklımın bile bazen durduğu, kendimle baş başa kaldığım zamanlarda ya da hiç beklemediğim bir kitap cümlesinin hemen sonrasında bile gelip de karşıma dikiliveriyor. İşin içine bir sürü başlık da giriyor. Karakter, hayatı algılama desturu, algılama zayıflığı, haset vs. vs. Oturup sıralamaya kalksam nereden tutacağımı bilemeyeceğim kadar çoklar ve bugünlerde zihnimi oldukça fazla kurcalıyorlar.

Hal böyle olunca bahsetmemek olmazdı. Sözlü sanatın bir süre mümkün olmadığı durumlarda yapılabilecek en doğru şeylerden birisi ya beklemektir zamanı gelinceye ve konuşacak doğal bir ortam yaratılana kadar ya da bir şeyleri yazıya dökebilme şansını kullanmaktır. Şimdilik yazmak sanırım en doğrusu. Hem böylece aylardır bozulan frekansımı da tamir edebilirim. Her ne kadar frekansı bozuk radyo alıcısı olsa da yazının ismi. Yani işin sırrı ayarları yeniden kendine getirebilmekte. Han serisi uzun bir zamandır vaktimin çoğunu aldığı için yazıları boş vermiş gibi görünsem de durum öyle değil. Bir kenarda toplanan, devamı getirilen ve egoist okura gönderdiğim yazılar var. 

Kalabalık bir ortamın en sevmediğim yanlarından birisi de gereğinden fazla sesin yükselmesi ve haddini aşan cümle ve yorumların zikredilmesidir. Bir boy ölçüsü alıp ortalarda elimde durmadan mezurayla dolaşamayacağıma göre bazılarına sus payı vermek de zamana yayılabiliyor. Ara sıra söylüyorum "Ne çok ses." var diye. Ses elbette iyidir ama bahsettiğim sesler çoğunuzun da bildiği gibi bir ayarsızlık halini anlatan seslerdir. En sevdiğiniz müzik cd'sinin birdenbire cızırdaması, radyo kanalının bozulması ya da çok sevdiğiniz bir filmin ortasında, sinemada, yanınızdaki, arkanızdaki birinin aniden konuşmaya başlaması gibi bir şey... Sinirlenirsiniz doğal olarak ve bazılarınız anlık bir feverana kapılıp yeri göğü inletir bu gibi durumlarda. Yapı itibariyle oldukça sessiz bir şekilde "konuşabilme" erdemine sahip olanlardanım. İma vuruşlarını kavrayıp geri gönderebilme üslubunu iyi bilirim. Naif ve inceden yapılan göndermeler her zaman daha çok hoşuma gitmiştir. Ama yeri geldiğinde de oldukça açık ve doğrudan olmayı da tercih ederim. Yani her şeyin bir oluru mutlaka vardır diye düşünenlerdenim. Saygısızlığa tahammülüm yok. Anlamaya çalışırım ama bu durumda bile hâlâ bir inatlaşma ve kabul etmeme durumu varsa kendimce iyi olduğunu bildiğim metodlarım da vardır. Bir defa aklın kullanılması koşuluna her zaman ihtiyacım vardır. Özellikle kendince yorumlara kalkışan birtakım insanların yeri geldiğinde en büyük ahkâmlardan başlayarak hayatı sorgulama telaşına içten içe gülümser ve geçerim. Ama aklımın bir köşesinde ağdalı bir soru işaretini koymaktan da geri durmam. Çünkü böyle insanlar mutlaka yeri geldiğinde muazzam bir oyunu sahneye koymaktan da çekinmeyeceklerdir. Kisve dediğimiz şeyin nerede olacağını tahmin edebilmek her zaman kolay değil. Bir nevi kisveli harikalar dünyasının kisvesi bol, kahkahası sahte, sayısız müdavimi var.

Yazının başında Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan kitabından bir alıntı yaptım. Okuduğum günlerde altını çizdiğim birçok cümlesinden yalnızca bir tanesi ama şu duruma öyle haklı bir bakış açısı kattı ki eklemeden duramadım. Oysa herkes kendisiyle biraz daha fazla meşgûl olsa hiç fena olmayacak. Ya da illa ki bir yorum yapılacaksa da çemberi fazla genişletmeden kendi oyun bahçelerinde bazı işlere kalkışsalar çok iyi olacak. Sabrımla bir sorunum yok. Uzun uzun başbaşa kalabildiğim, dinlediğim, ne demeye çalıştığını anlamak için fazla mesai yaptığım özelliklerimden birisidir. Fakat onun da kendi huzurunu bozmak istediği zamanları yok değil nihayetinde çoğu zaman bir artı görevi görmeyi sevse de ve ona en çok bu hali yakışsa da bazen eksi tarafta neler olduğunu merak etmiyor değil. Nasıl ben onu dizginlemesini becerebiliyorsam bunu beceremeyenler de var. Tıpkı kimi zaman benim de beceremediğim gibi... Fark -ki şu noktada ortaya çıkıyor- yeterince bir şeylerin kendi içimde zamanı geldiğini düşündüğüm an vakit kaybetmeyi sevmem. İşte o an bir mezuraya ihtiyacım olabilir. 

Ortam maymunu olmaya ne sabrım ne de zamanım var. Yekta Kopan'ın Bir de Baktım Yoksun kitabında ilk defa duyduğum sözde ne diyordu: "Cahil ile lak lak edeceğine alim ile taş taşı." Ben her türlü ağırlığı kaldırmaya hazırım. Bayağı ve boş laflarla hayat dönmez. Dönse de bir yere varmaz.

Demem odur ki herkes mümkünse kendi içindeki şeytanla mutlu olmayı öğrensin. Yok öğrenemiyor ve illa başkalarıyla da tanıştırmak istiyorsa bunu doğrudan olayların muhatablarıyla paylaşsın. Çünkü sonradan duyduklarım bende inanın keyifsiz bir tat bırakıyor ve ben, o tadı da sevmiyorum!



3 yorum:

  1. Bozulmuş olan insan frekanslarına güzel dokunuş…Kalemine sağlık canım

    YanıtlaSil
  2. Bu kadar bozuk frekansın bulunduğu bir toplumda doğru alıcılar bulmak zorlaşıyor.Herşeyi bilen insan yığınları,dolu kaba ne koysan almaz,Şeytan sabıkalı suçlu.Bu yüzden''Cahil ile pişti oynayacağına alim ile poker oyna.''diyorum bende.

    YanıtlaSil
  3. sessizlik güzel. ne çok sese maruz kalıyoruz gün boyu...bugün gün boyu yanıbaşımda öten bir araba alarmından sonra özellikle bunu derinden hissettim.

    YanıtlaSil