Alkışlanan bir yaşamın neresinde durur oyuncular ve biz, hangi rolümüzden kalma acılarımızı ortaklaşa yaşıyoruz farklı zaman dilimlerinde farklı şehirlerde?
Var ettiklerimi bir kalemde yıkmana izin vermeyeceğim...
Yoğun bir koşturmacanın hemen ardından, saatin geçmişliğine aldırmadan yine aynı yerime vakit kaybetmeden kuruluyorum. Birkaç ışık demeti, belli belirsiz de olsa gözlerimin bir kenarına sızlana sızlana düşüyor. Görmemezlikten gelmeye çalışsam da nafile. O küçücük haliyle bile gözlerimi almaya hevesli. Sanki küçük bir oyun kurmuş kendisine ışık parçacıklarından oluşan. Gözlerimi yakaladığı, o büyük kavuşma gerçekleştiği anda inanılmaz derecede mutlu oluyor ve şöyle yayıla yayıla odanın duvarlarına kuruluveriyor.
- Ben sana yapacağımı bilirdim ya, dua et yazmam gereken yığınla yazı var. Yoksa şimdiye kadar çoktan karışırdın sen de karanlık uykuların en sessiz yolculuğuna.
...
Hem toplasam saçlarımı ne çıkar ki? Yine boğulacaklar sıcağın alnında sarmaş dolaş...
Yok yok onlar için en güzel mevsim sonbahar... Rüzgârına aşinalar hem.... Sadece rüzgârına mı, bu mevsimi baştan ayağı oluşturan her dokuya…
Sonbaharın kızı olmak hep bir anlam kattı yüreğime... Neden diye sorgulamadığım, cevaplarını aramayı istemediğim binlerce soru olsa da aklımda, hepsini arka planda bıraktım. Günün birinde oradan çıkacaklarını bile bile...
Neyi beklediğimi inanın ben de bilmiyorum...
Bize rağmen üzerimize basıp geçen, yalnızlığın düğmelerini hoyratça ilikleyen ve gecelere sığınmamızı sağlayan öyle çok yazgımız var ki geçmişten bugüne getirdiğimiz...
"Ateşlenen bedenimin ihtiyacı var yağmur ellerine, ben yetişemiyorum yâr..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder