PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

20 Ağustos 2024 Salı

Geniş Zamanın Efendisi

 “Benim için her yerde Armida’nın bahçeleri var. Bu nedenle sürekli koparılma ve yüreğin yeni kırgınlıkları söz konusudur. Yorgun, yaralı ayağımı kaldırmam gerekiyor. Buna zorunlu olduğum için beni alıkoyamayan o en güzel olanı sıkça kızgınlıkla hatırlıyorum -çünkü beni alıkoyamadı!” Stefan ZWEIG - Nietzsche/Yaralı Ruhların Şifacısı


Kıştı. Mevsimin adı olmasa neredeyse kış olduğunu anlamayacağımız ılık günlerden geçiyordu İstanbul. Karşılıklı yakalarda devam eden tutsaklığımız, gecelerimize neredeyse iki yıldır sirayet eden uzaklığımız, aramıza gölge düşürüyordu. Tenimde, birbirimizden ayrı düştükçe ortaya çıkan çıkmaz sokaklar, durduramadığım bir hızla çoğalıyordu. Öylesine uzaktın ki sana dokunabilmek için yandığım gecelerde yatağın bir diğer ucundan açtığın uçuruma bakıp ilk ne zaman ayrı düştüğümüzü bulmaya çalışıyordum. Elimde kalanlar paramparçaydı. Fırtınanın dinmeyeceği o kadar belliydi ki… Uçurum büyüdükçe kendi bedenime yabancılaşıyordum. Senden başka herkesin fark edip yolumu kestiği bu av oyununda kurban olmamak adına çok savaş verdim. Yüksek sesle bağırmak, “sevdiğim başka” demek istiyordum. Sesimde bir tutukluk, ruhumda ne yapacağımı bilemediğim koca bir delikle sana sığınmıştım. Hiç görmedin. Ne sesimi ne de sessizliğimi… Aklına geldiğinde ara sıra elimden tutuyordun. Avuç içlerimde varlığını hissetmeye o kadar ihtiyacım vardı ki biliyorum, kimi zaman ölesiye parmaklarını sıkıyordum. Ellerimiz terlediğinde sırf sen sevmiyorsun diye apar topar elini bırakırdım. Bırakanın ben olduğumu sanırdın oysa sendin bırakan. Kaç ay kaç yıl böyle geçti saymak dahi istemiyorum.


Sonraki günlerde ayakta kalabilmek adına sessizliğimi bozdum. Sana doğru çıkacağını düşündüğüm yollarda aşılması zor duvarlara çarptıkça, tanıdık sevinçlerime tutunup onarılmayı ümit ettiğim gecelerin sabahında erkenden uyanıp, yollara koyuldum. Her şeyin mübah olduğu kandırmacasında, mevsim geçişlerine denk gelen mesajların heyecanında kayboldum. Nasıl da mutlu ve tedirgindim. Birbirine zıt duyguların nemli çarşafların arasında can hıraş saklanışı, daha dün gibi şuracıkta, kalbimin o hassas ritminde hâlâ saklı duruyor. Her şey bu denli ortadayken neden korkan bendim? Neden içimdeki koca boşluğun sahibi senken yerini doldurmaya çalıştığım gecelerin hesabını ben ödüyordum? Oysa ben yolumu daha en başında seninle kaybetmiştim. Yoldan çıkmam için ne kadar da uğraştın, anımsıyor musun?  Her kavgamızda defalarca yüzüme haykırdığın “Ben böyleyim” cümlesinin zamanla seni cezalandırmak için çıkış kapısı olmasını sen sağladın. 

Bir zamanlar ikimize bahşedildiğini düşündüğüm aşk, yorgun bir kuş kanadının cılız çırpınışları gibiydi. 

Zamanın pençesinde sessiz sedasız ayakta kalmaya çalışırken verdiğim savaşlarla, o kanatların yeniden uçabildiğini düşünmek yanılgısıyla öyle uzun zaman harcamıştım ki kendi kanatlarımın güzelliğini gölgede bırakmıştım. 

Şairin öğüdünü tutmalıydım. Büyük yanılgı.


Sessizliğin bile yer yer sağanak yağışlı bir yalana dönüşebildiğini de zamanla öğrendim. Duyulmayı bekleyen tek bir cümlenin insanın hayatından yılları çaldığını, geride bıraktığının ise sadece kendisi olduğunu anladım. İnsan içinde başlayan savaşların hepsinden galip çıkamayabiliyor. Ya da arzu edilen sona ulaşma yolunda defalarca düşebiliyor. Çok düştüm. Belki de ezbere bildiklerimin üzerini örtmek istedim. Yok saydıklarım ne kadar çok karanlıkta kalırsa seni, beni, bizi ışıkla kavuşturabilirim sandım. İçimi yakıp kavuran bu duyguların ilk günlerin heyecanıyla kalmayacağını, heveslerimin kırılıp paramparça olacağını görmezden gelmenin bedeli çok ağır oldu. Oysa her acının üstesinden gelebilecek kadar güçlüyüm derdim. İçimde, derinlerimde bir yerde her ne olursa olsun ayağa kalkmaya gönüllü iştaha kandım. Çünkü bazen o iştah, yeri geldiğinde durmayı bilmiyorsa yeniden doğrulsan da aynı şeyleri tekrar tekrar yaşatmaktan başka bir işe yaramıyordu. İnsanın dış dünyaya açılan gözleri böyle zamanlarda kendisine kör olabiliyordu. Korkunun saltanatı uzun sürüyordu. Değişken duygu durumlarında -öyle ya ne çok git geller yaşatmıştın bana- kimi zaman, dudak kenarlarımda sakladığım kelimelerin büyük bir cümle ordusuna dönüşüp o saltanatı yıkıp geçtiğini görürdüm. Ne kadar da güçlüydüm. Yılların mahkumiyetine tek celsede elveda diyebilecek kadar gözü kara, yaşattıklarını sana böyle ödetebileceğimi düşünebilecek kadar da zavallı. Yalnızlığıma alışkındım da yalnız kalmaya değildim. Verilen emeklerin ayak bağı olduğu yanlış yorumlamalar çizelgesinde, günler günlere yıllar yıllara eklendi. Korkular büyüdü. Cümleler en kuytu köşelere gizlendi. Bir tek ruhumun isyanını susturamadım. Ne yaptıysam ona layık bir yer bulamadım. Bana ait her bir parçanın binlerce defa parçalandığına şahit olsam da ruhum, o girdapın içinde elimi bırakmamak için çırpınıp durdu. Şimdi, her şeyin sona erdiği bu anda dönüp geriye bakıyorum da içimi çöle çevirmekten hiç çekinmemiş bu hikâyenin baş kahramanının önünde gülümseyerek eğiliyorum. Bu kara örgüden kurtulmam adına kendi müziğinden vazgeçmediğin için sana bir ömür borçluyum. Öyle ki sayfalarca anlatmaya kalksam gelişme bölümünde tıkanacağım bu ilişkinin sonucunu bir otel odasıyla noktalamayı başardın. İçten içe biliyordun değil mi? O sahnenin elbet birgün kısacık bir hikayeyle önüne sürüleceğini, işte tam da o noktada yıllarca çıkmayı başaramadığın yola çıkacağını, benim de bunu kabul edeceğimi iyi biliyordun. Makul zamanın gelişi  pek zorlu olsa da yıl yıl içime ektiğin tohumların yeşereceğine inancın tamdı. Bu kadar uzun bir süre nasıl sessiz kalabildiğine, hırçınlıklarıma, anlamsız direnişlerime karşı koyabilmiş olmana şaşırmıyorum desem sana haksızlık etmiş olurdum. 

Demek beklemek böyle bir şeydi. Soyunduğun bedenin, öğretisini alana kadar bir kenarda bekleyip her yeni adımda ümitlenip hazırlığa başlamak, sonra hezeyan, hezeyan, hezeyan yaşayıp tekrardan başladığın yere dönmek ama asla gıkını çıkarmamak… 

Soyutun hükümranlığı elle tutulur gözle görülür olmaktan daha mı kolaydı? 

Üzüntüden kahrolduğum gecelerde, içimde bir yerlerde saklanıp beni öylece sessiz ve derinden izleyip hiçbir şey yapmamak da bir tek sana özgü olmalı. Hem ben olup hem de benden bir o kadar uzak kalabilmeyi başarabiliyor olmanın kudretini açıklayamasam da yanımda, oralarda bir yerlerde olduğunu bilmek bana güç veriyordu. Bütün o farkındalıklarıma rağmen ayağıma bağladığım taştan kurtulmam yıllarımı almış olsa da seni hayal kırıklığına uğratmadığım için içim huzur dolu.


Gelelim gelişme bölümüne…

Sonra sen, geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktın. Durmadan yürüyordun. Her adımında yüzlerce sayfalık cesetler bırakarak yürüyordun. Yirmi birinci yüzyılın kanseriydi iki dudağının arasından çıkmayan cümleler. Kaynaklarını yazarak avlayan, bir meleğin sözüyle inandıran sen, ezbere bildiğim kalıplar içinde şimdi diğerini eğliyordun. 

Geniş zamanın efendisi… ve ben biliyorum ki evini özlemeyecek olsan belki de dönmezdin.



Şimdi, tüm o küçük ama sancısı ağır ayrıntıları hatırlamak zorunda kaldığım bu anda, kalbimdeki ağırlığından kurtulmak için seni bıraktığım yerden hayatıma bakıyorum. 


Bu benim masalım. O nedenle müsaaden(iz)le yola biraz yalnız devam edeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder