PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

16 Mayıs 2023 Salı

Unutma Perdesi

O uzun geceyi hatırlamak için yola çıktım. Bir yerlerde muhakkak kapısını açmadığım bir kilit, tadına bakmadığım bir yemek, bir kâğıt parçası, belki bir saç teli ya da onu hatırlatacak bir koku olmalıydı. Zamanla, anlara dair ufacık ayrıntıların bile kaybolmaya yüz tutması ne kadar da tuhaftı. Bir öfke patlamasının hafızamda koca bir delik açacağını, en ihtiyacım olduğu anda geride kalana artık sığınamayacağını bilmenin bu denli zor olacağını tahmin edemezdim.

Artık rüyalarım bile bana yol göstermiyordu. Sanki etrafımdaki her şey: "Bundan sonra başının çaresine bak." dercesine bütün ip uçlarını ortadan kaldırıyordu. Oysa yıllarca kaybettiklerimi onlarla, onlarda bulmuştum.
Aklıma gelen olmadık fikirlerin huzursuzluğuyla günlerce bilinçten yoksun dolaşırken, karar vermemin gittikçe zorlaştığı yol ayrımlarında bocalarken ya da kaybolan bir eşyamın peşi sıra ağlamaktan bitap düştüğümde onlara sığınırken bana mutlaka bir cevap, bir yol, yerine konulabilecek herhangi bir şey vermişlerdi. Şimdiyse bölük pörçük uykularımın arasında varlıklarından bihaber uyumaya çalışıyorum. Gece yarıları en çok da sabaha karşı uykumdan uyanıp büyük korkularla yattığım yerden sıçrıyorum. İşin aslı, uyuduğumu bile düşünmüyorum. Bir gözüm açık, geleni gideni kontrol etme çabasından kurtulamıyorum.

O geceye dair aklımda kalan tek şey, gözünü karartmış bir gölgenin elini kolunu sallayarak ve bir daha asla duymayı istemeyeceğim şekilde bana bağırarak bir şeyleri yapmamam gerektiği hakkındaki cümleleriydi. Ne o cümlelerin içindeki anlamın ne de o geceyi var eden olayların neler olduğu konusunda bir fikrim var.
Hiç durmaksızın: "Ne olur beni dinle. Anlatmama izin ver." dediğimi ve sonrasındaysa iki elimin ulaşabildiği ölçüde gözlerimi ve kulaklarımı bu rahatsız edici ortamdan ve bağırışmalardan kaçırmak için kapatmaya çabaladığımı hatırlıyorum.
O gölge kimdi? Bana herhangi bir zarar vermiş miydi? Sisten duvarları olan o ev kime aitti? Tüm bunların cevapsızlığı zihnimde huzursuz bir uçurum yaratıyor. Koca bir boşluktan ibaretmişim gibi gözlerimin içinde saklanmış birkaç görüntüden başka elimde kayda değer hiçbir şey yok. Hepsi bu.
Yine de bu esaretten kurtulamamın tek yolunun o gecede saklı olduğunu biliyorum.

Evin içerisinde ne kadar eşya varsa hepsini ortalığa saçtım. Makyaj malzemelerinden, mutfaktaki tencerelere, elbise dolabından türlü ıvır zıvırları doldurduğum kat kat sepetlerime kadar her şeyi... Düzeltmekten yıllarca kaçındığım kütüphanemi bile yerle bir ettim. Kitap aralarına notlar yerleştirmeyeli epey olmuştu. İnsan otuz beşini geçtikten sonra aklına ve kalbine yazmayı seçiyordu. Sanki bütün yükü onlar taşıyabilecekmiş gibi.

Filmlerdeki gibi bir 'uyanma' halini mi umuyordum? Ya da ne bileyim, bir aydınlanma anında başıma gelen şeylerin bana kendisini hatırlatacağını mı düşünüyordum?

İçimde yükselen ve kalbimi kökünden burup savuşturan gücün ağırlığı altında eziliyordum. Canım hiç bu kadar yanmamıştı. Unutma perdesinin kalın ve sert bir noktasında sıkışıp kalmış olmalıydım. Başıma gelenleri nasıl bir duyguyla kapattıysam altında kalmıştım. Ne hatırlayabiliyor ne kaçabiliyor ne de kaldığım yerden hayatıma devam edebiliyordum. Tek bildiğim, yüzlerce isim ve bana ait olmayan bambaşka renklerdeki giysilerin olduğu bir çekmecede kalbimi bıraktığım günden beri içinde yalnızca benim olduğum bir boşlukta nefes almaya çalışıyordum. 

Uzun bir zaman bu tuhaf halimden sıyrılmayı başaramadım. Bir büyük oyunun içinde kendi gerçeğimi, bana yapılanları unutacak kadar kör olmayı becerebildim. Böyle diyorum da hiçbir şeyi becerebildiğim falan yoktu. Bu düpedüz kendini kandırmaktan başka bir şey değildi. Hayata devam edebilmem için önümde duran engele tekmeyi savuracak kadar elinde her şeyi olup da o tekmeyi saçmasapan bir bahaneyle saklamayı tercih eden de yine bendim. İnsan istedikten sonra öyle güzel saklanabiliyordu ki kendinden ve birgün bulmak istediğindeyse geride bıraktığı gel git duyguları içinde çıkış yolunu bulmakta zorlanıyordu. Çünkü bütün kapıları hep aynı yokluğa çıkartıyordu. Bildik ve artık iyiden iyiye ziftleşmiş acıların yol arkadaşlığına nedense daha fazla güveniyordu. Tek bir kapı, her şeyi değiştirebilmek için yeterliyken onu görmezden geliyor, aynı yoldan yürümeye devam ediyordu.
Devam ettim.
Üstelik sen bile bana ne olduğunun farkına varmadın. Evet ‘sen!’ Gerçekte kim olduğunu etrafından gizleyen, kalın duvarlar arasında içinde kök salmış kötülüğü günden güne büyüten sen! Keşke adını söyleyebileceğim cesareti gösterebileceğim kadar sevebilseydin beni. Hayatındaki ayrık otlarını temizlemek için gelmeseydin. Bardağı taşıran özlem sokulmasaydı ikimizin arasına. Bahar başlangıçlarında beni aklına düşüren yanılsamalarınla yüzleşebilseydin. Olmadı. Her gelişinde bir gerçek bir gerçek daha sakladığın yerden sokuluverdi hayatımıza. Ben yalnızlığım uğruna sustum sen ise çoğalmak için… 
Birkaç saate sığan çarşafların dalgalanması da işte böylece son buldu. Erkenden uyandım. Tenine sığınmış benleri bir bir dudaklarıma toplayıp birkaç temasla kalkıp gittim. 
O sabahın ayaklarıma vuran şaşkınlığıyla aynı sokaklardan geçtim. Adım adım sessizliğine doğru yürüdüm. Seni sakladım. Geride bıraktığımız şahitler huzurunda kollarından indim.

O geceye dair aklımda kalan tek şey…esaret… Tek bir saç telinin hafızamda bıraktığı yangının ne gerçeğe ne de rüyalara sığabilen yalnızlığı. O sabah ayrılırken yatağın bir köşesine düşmüş saç telini alıp sakladığım bu hikayeyi ben yazdım. İnsan en zor kendisini hatırlıyor. En çok kendi boşluğunun içine düşüyor. 
O kavga senin. Adına özlem dediklerimiz de bir başkasının hayatından çalıp bana getirdiklerin. 

Haberin olsun. Unutma perdesini aralıyorum. Sokağı dönmek istediğinde kapatacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder