PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Frekansı Bozuk Radyo Alıcısı -XX-

Süresiz, belki bir süreliğine ya da bütün süreleri elinden alınmış bir beraberlik bu. Bugünün yarından daha fazla değer bilmediği, kendi içinde kıvrana kıvrana kendi değerini veren bir kadının haklı öfkesi. Kimin olmamı istedin? Başkası değil bahsettiğim sersem şey. Sensin. Ta kendisisin her kelimenin. Yani kısaca neyin? Eğer bir cümle bitirilemiyorsa kapanmamış çok şey var demektir. Noktalama işaretlerinin egemenliğine izin veriliyorsa, kaçınılan, söylenmemiş belki de artık çok da önemi olmayan şeyler kalmış demektir bir yerlerde. Yaşar gibi yazmamı ister misin? Meselâ hemen şu anda yanıbaşımda duran kırmızı kahve fincanımdan, saçlarımı toplayan kırmızı tokamdan ve tırnaklarımın ucunda teninin sıcaklığını an be an hatırlayan kırmızı ojemden haberdar olmak ister misin? Benimle bu anı yaşamak zorundasın! Çünkü şu andan itibaren her şeyi yapabilme hakkına sahibim. Buradayım ve istediğim her harften koca koca dünyalar yaratabilme özgürlüğüm var.

Yüzüğümü çıkardım. Seninle aramda hiç bir şey kalsın istemiyorum. Buradan bakılınca nasıl da cüretkâr bir cümleydi değil mi? Öyle değil işte. Seni paylaşamamaktan dem vuruyorum. Peki peki, sen çabuk sıkılıyordun öyle değil mi? Zaten aradaki en büyük engel yine benim. Yıllardır gizliden gizliye en iyi yaptığım iş heykeltraşlık oldu. Hiç kimseye söylemedim. Bu özelliğimi kimse bilmesin istedim. Küçük heykeller yaptım en çok. Değişmeyeceğini umduğum, kolayca bozulmayacak, heykeller. Şimdi dönüp yaptıklarıma bakıyorum da ne kadar da uzaklaşmışım onlardan. Onlar benden ne kadar uzaklaşmış. Tanıyamıyorum bir çoğunu bile. Nasıl acı veren bir durum bu, anlayamazsın. Kalakalmak hepsinin özlemiyle... Her biri kendi alanında dev bir eser, hüzünlü, mutlu, sıcak, el gibi...

Kafamı kırarcasına müzik dinliyorum. Şiirler okuyorum. Aklımı oynatacak her şeyi yapıyorum. Gerçeklerin süzgecinden sanki çoktan geçmişim de kalıntıları altındaymışımcasına dans ediyorum boğum boğum bulutların arasında. Biliyorum, bu benim hünerim. Nasıl anlatabilirim daha başka sana. Sus...Sus...Susssssssss!

Sabaha daha çok var. Uyanırsın. Sabahları seversin. Uyuyamazsın. Uzun zamanlar alırsın. Kimsenin bilmediği gün dönümlerini kovalar sözcüklerin. Yıldızlar savrulur gecenin eteğinden, gökyüzü çığlıklarını savurur martıların yardımıyla. Hızla geçer bulutlar. Doğa değişir, yüklenir her şeyiyle hayatı eteğini kaldıran bir rüzgâr. Sen başlarsın içimde dönmeye. Karşı koymuyorum. Ağzımı bile açmıyorum sesine de sessizliğine de... Kimse bilmez.

Bu hangi renk yaşadığımız? Habersizce, ayarsızca, günler anlamsızlığın peşinde, kayıp bir istek varsa yoksa... Başındaki kelimelerini eksik tuttuğum bir cümle var: "sonrası için neler vermezdim", diye bitiyor. Artık hiç kolay değil. Çal... Çal... Çallllllllll!

Geceye az kaldı. Uyuyacaksın. Geceyi sever misin sevmez misin? Uyanırsın. Kısa zamanlar verirsin. Herkesin bildiği bir dermanı harmanlarsın. Lacivert bakışlar geçer kapı önünden, yeni bir eskizin tam ortasındasındır. Bulutlar sabittir. Ya da hiç bulut kalmamıştır. Gün devrilir, kaybolur bir döngüyle kalemin talaşını silip süpüren kelimeler. Sen başlarsın öfkemin içinde yürümeye. Pişman olmuyorum. Yoldan bile dönmüyorum olsan da olmasan da... Herkes bilsin mi?

Sağ yanımda sigaranın yükselen dumanına bağırıyorum. Yaşayamadıktan sonraaaaa, yaşayamadıktan sonraaa, yaşamadıkçaaa her şey biter. "Ara sıra ya ara sıralar?" Komik ama bunu söyleyen de camdan bir hapishanenin içine mahkûm olmuş birkaç sigaranın külünden başkası değil. Kalakalıyorum. Cevap verecek gibi oluyorum, bu defa da dinlediğim müzik bitiveriyor tüm bu olanların üzerine, iyice kapana kıstırılıyorum.
Dur!
Nasıl oldu anlamadım. Nedenler ve nasıllar bir köşede dursun. Kendimi tutamadığım bir anda, yani mantık dediğimiz elbiseyi bir köşede, o köşede, bırakır bırakmaz kucaklamıştım seni. Sıradan mıydım? Gittikçe sıradanlaşacak mıydım? Hani o mâlum kadın karşılaştırmana dâhil olmam bundan mıydı?

Öfke... Öfke...İçi boş olmayan, durdurulamayan bir öfke salınıyor damarlarıma. Geriliyorum. Bir cümle daha koyacak olsam diğer beni ele vereceğim. Yapmamalıyım. Karşı koymalıyım.

Kimsin sen? Anlattıklarınla varolan mısın yoksa anladıklarımla var ettiğim biri misin? Kim kimi bırakacak giderken? Ayrılığın bir tek kalanı mı olmalıdır? Kalansız bölünemez miyiz? Peki.

Ağır ağır siliniyor tenimdeki her iz. Hiçbir şeyi anlatamıyorum çünkü öyle çok "her şey" sıfatını yüklenmişsin ki! Keşke biraz sulugözlü cümlelerim olabilse. Zıvanadan çıkana kadar, saçlarımı kökünden kopartabilecek kadar kendimi kaybedebilsem. Uzaklar da yok. Ah bu bilinçli izin verişlerim beni kandırmana. Ah bu sebepsiz serzenişlerim. Kimin olmamı bekliyorsun? Bilinmez, tarifsiz bir demde kaybolup gittin.
Prova aldığın gecelerde durup izledim bir köşeden seni.Yakıcıydın. Öyle sendin ve öylece çalıyordun. Bir akşamdı. Sokaklar bir bölümün sonunu bekliyordu. Sen oradaydın. Bense sır olmuş seni izliyordum. Hiç görmedin.

Şimdi ben de kendi provamda gerçekleri dinliyorum. Sen de dinle!


http://fizy.com/#s/1ah3po

1 yorum: