PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

11 Ocak 2011 Salı

Kayıp Sokakların Melodisi

Göz bebeklerinde alçalan sonra gittikçe yükselen bir aşkın anatomisisin sen. Yarım kalmışlığın, özlemin, otobüs yolculukları kadar hüzünlü bekleyişinin beyaz tuşlardaki salınışı biraz da.
Masaldan düş(üş)ün öğle uykusundan uyanma vaktinde, gökyüzüne uzanan ritimlerin başkaldırışıdır bu yazı…
Önce soluklan.
Ne zaman omzuma düşer yılgınlığın, işte tam o vakit ayaklandırırım seni çalan geceyi…

Boşlukta kaybolan ezginin yıldızlara değip kaçan küçük bir noktasıyım… Gece bakışlarımda ruhsuz bir dilleniş. Kaç dakikalık bir sancının sonrasında ortaya geldiğimi ve kimlerin yaşamında bir yer bulduğumu anlamak ne kadar zorsa; senin dünyandaki varlığımı da anlayamıyorum. Ilık bir öğleden sonra, parmak aralarımda kaşınan küçük damlaların sonrasında seni bulmuş ve o hiç koymayı başaramadığım sessizliğime ansızın eklemiştim. Oysa en dayanamadığın yer orasıydı. Sızlanmalarının sonraki zamanlarda bu denli yükseleceğini bilmeden, kayıp sayfamı belki doldurursun diye oraya yerleştirmiştim.
Sayfalar doldu.
Sen sessizliği yırttın!

Zaman zaman kılcal damarlarımdaki rengin kahramanı olan eşsiz bir yüreğin, kara kalemle dolduruşu gibi resim kâğıdını
Başkalaşmış ten örgülerinin, ıslak örtülerde bıraktığı kırışıklığın ruh(um)a dokunuşundaki ürperişi ufak bir sıyrıkla atlatışı biraz da…
Kadınlığımın korkularla yüzleşme vaktinin çoktan gelip geçtiğini anlatan, sözcüklerin ve belki bana ait bütün bir geçmişin tırnak ucunda beklediğinin kanıtıdır bu yazı.
Sonra beklersin…
Ne zaman ayaklarının altına değen yeryüzünden vazgeçer hikâyen, işte tam o vakit başucunda ayıklarım yaban otlarını…


Önce hangi renkten başlasak ayıklamaya?

Kaldırım taşlarının üzerinde duran eski, yılgın ve huzursuz bakışlarımı, fırçanın hemen ucundan damlayan karartıya hapsedemem… Düşünmek çaresizliğin başlangıcı oldu fırça darbelerinin. Savurmaya başlamadan önce koca bir geçmişi, beni dinle…

Sensizlikten önce başlamıştı her şey, biraz beklemek için geç kalmışlığımı, en az olmuşluğu kadar bir eylemin anlamsız. Eski bir şehrin sabaha yaklaşan göstergesinde hain ifade saklanıyordu, belki anımsarsın. Önce gelmek istememiş, sonra her ne olduysa kandırılmışlığın ağlarına hesapsızca takılıvermiştim. Arabanın kapısını açan isteksizliğim, sahte gülüşünün gözbebeklerime düştüğü andan itibaren hemen yan koltuğuna bırakıvermişti kendini. Kısa bir yolculuk sonrasında buğulu birkaç bardağın sarhoşluğunda gece, şarkısını gizli düşüncelerinle başlatmıştı. Nerden bilebilirdim ki banyonun kapısını sana karşı bir sığınak olarak kullanacağımı. Aynadan düşen bakışlarımda, ‘sakın, sakın bırakma kendini’ diye onlarca defa tekrarlayacağımı aynı cümleyi?
Bilemezdim..
Belki isteksizliğimle başlayan gecenin hemen başında ufak soru işaretlerimi biraz kurcalamış olsaydım, sonuca ulaşmakta gecikmeyebilirdim.
Yok, sandığın gibi değil.
Sana hiç güvenmedim ben…

Beyazın yükselen heyecanından başlayalım en iyisi…
İlk o an tutamadım piyanodan ellerime geçmişliğin hazin öyküsünü… Önce yavaş yavaş sonra giderek hızlanan bir iç çekişle hapsettim sendeki rengi avucumda tuttuğum palete… Sanırım ne akşamüstü davetlerinin çekingenliğinden ne de seni beklerken kapıldığım düşüncelerden anlayacaksın.
Davetler geri çevrildi..
Bütün bekleyişler rafa kaldırıldı…
Bir daha çalamayacağım bir kapının arkasından izlemekle yetiniyorum artık.

Her şeyin zamana kıstırılan bir yanı var.
İster sayfanın doldurulmuşluğunun öyküsünü kodlayın küçük bir baskıya, ister randevuların geri çevirilmişliğini.
Yürek hainliğe karşı çıkar her defasında, ansızın.
Masamın hemen yanı başında duran kül tablasının içine düşen küllerin gri kırılganlığında kısa aralarla dolduruldu tüm harfler.
Kayıp melodi dinlendi.
İçindeki sokak, dakikalarla sınırlı bir yolculuğun bir dahaki sefere karşı kullanılmışlığına aldırmadan yaşama kaldığı yerden devam edecek.
Her zaman olduğu gibi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder