PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

11 Mayıs 2019 Cumartesi

Çıkışa Doğru




Birçoğumuz çöl hayatı yaşadık: Yüzeyde çok küçük, yerin altındaysa muazzam.”
Clarissa P. Estés


Sis…
Gözlerini kapattığı yerde baştan aşağıya donuk bir resmin içerisinde dıştan bir izleyici olarak ama olabildiğince de içeriden geçmişin izlerini takip ediyordu. Kalbindeki kuş, midesindeki kelebekler çoktan göçüp gitmişti başka diyarlara. Zordu. Hem kendisine tanıklık etmek hem de kendisinden uzaklaşmaya çalışmak. Kahramanın bir adı yoktu. Kadının da. Bir mevsimin tam da diğer bir mevsime kavuşma anında gelmiş, öteki mevsimin başında hemen yanı başına uzanmıştı. Elbette izin vermişti. Soğuktu. Isınmaya, kuşandığı bütün o kalın giysilerden kurtulmaya ihtiyacı vardı. Teslim olmak, bedenine ve ruhuna ait her bir parçayı koşulsuzca sunmak üzere kodlanmıştı. İşte sırf bu yüzden hayattaki bütün sorgulamalarını devre dışı bırakmış, avuçlarını kavramasına sesini çıkarmamıştı. İki yalnızlıktan bir bütün, belki bir doğru olur sanmıştı.

Kış mevsimine aldanmak kolaydı. Bir şeyleri kendi duygularından bambaşka uçlara savurmayı, savurduğu yerden toplamayı, sonra yeniden ve yeniden dağıtıp durmayı hayatın ona bahşettiği bir oyunmuşçasına sahiplenmişti. Birinin ona sahip olmayı istemesinden çok teslim olduğu kişiye bir düşün peşinden koşar gibi varlığını adamayı seçiyordu. Sezgisel bir kabul, sabır, derinlerde kanayan yerlerini iyileştirme gücü doğuştandı. Yok etmeye çalışanın önünde sonunda kendi yokluğunu kuşatacağını bilmesine rağmen peşinden koştuğu adamın varmış gibi görünen varlığını her geçen gün bir önceki yıldan daha da fazla kabulleniyordu. İçindeki tüm yaşamsal sıvıları sömürmesine, zevklerinden uzaklaşmasına, kendi boşluklarını ve doymak bilmeyen açlıklarını onunla ama mümkün olduğunca ondan uzakta kalarak ört bas etmesine sesini çıkarmıyordu. Usul usul yanına sokulmayı, birkaç can alıcı cümleyle yüzüne düşen gölgelerinden sıyırmayı o öğretmişti. Adamın yüzeyde göremediği ama kadının, derinlerde neredeyse baş edilmesi gittikçe zorlaşan kuraklığı büyüyordu. Sis bütün ruhuna ve bedenine yayılıyor, onu ele geçirmeye başlıyordu. Sahte bir özgürlük duygusunun altın çanakta sunulduğu yanılsamasıyla kendi mutluluğunu tek başına yarattığının farkında ama gerçeklerden de oldukça uzakta bir uzlaşı oyununu eksiksiz oynuyordu. Geçmiş yaralıydı. Ve geçmişin yaralarının bugünündeki baş rolünün adı: ‘kabulleniş’ adlı avdı. Kurtlar sisli havayı seviyordu. Bu da kadının bedeninden ziyade ruhunun ölümünün gerçekleşmesi demekti.

Mantık…
Doğru soruyu sorabilme cesaretinin ilk ne zaman elinden alındığını hatırlayamıyordu. Oysa onu cevaba götürecek her eylem önemliydi. Kırgınlıklarının, arkada neler olup bittiğine dair önsezilerinin birer birer silinmeye başladığı, içten içe yaşamsal bulgularının yok olduğu o can alıcı zaman dilimini ilk nerede arkasında bırakmıştı? Meraklarını yitiriyordu. Aklında kalan bir kitap cümlesinin peşinden gitmek için hafızasını yokladı. Yıllar her şeyin üzerinden geçiyordu. Anılarının, anlarının, durumların, hafızasının, meraklarının… Sayfalarca okunmuş kitapların arasında, kayboluşunun önüne geçen sayısız bilginin içinde durmaksızın aklındaki odaları kurcalıyor, altını çizdiği her cümleyi o tek cümleyi bulabilmek uğruna yeniden okuyordu. Karmakarışık yollar içinde yürümeyi istemeden de olsa öğrenmiş, çıkmazları tanımış,  kısa vadeli de olsa çıkış yollarına girmekte ustalaşmıştı. Bu döngüyü kıramıyordu. Çünkü çıkış sondu. Ama o, kendi tarihine çelme takacak sonu bir türlü bulamıyordu.

Bir gece, kimine göre kısa ama ona göre oldukça uzun bir sessizlikten sonra adamın sesini duydu. Her şeyin başlangıç anı coşkuludur. O da coşkuyla sarıldı adamın sesine. Adam da ona…Günlük hikâyelerin sonrasında adam, arada oluşan bütün özlemleri yok sayarak kendini anlatmaya, kendi yokluğunu sıralamaya ve kendi varlığını gitgide sildiğinin farkında olmayarak kadını yok saymaya başladı. Kadın yoktu. Hiç yoktu. Kısa bir sessizlik oldu. Kadın sustu. Adam da sustu. Adam kadının derin bir nefes alıp sessizliğini saklamaya çalıştığını hiç anlamadı. İşte o sessizlikte kadın defalarca “Ben, peki ya ben bu yokluğun neresindeyim?” diye sorup durdu. Kadın sessizlikte konuştu. Sessizliği bir zırh gibi kullanıp adamın o zırhı delip geçmesini bekledi. Adam geçmedi. Sessizlik sustu. Ses yok oldu. İşte tam o esnada kadın, o kitaptaki cümleyi düşürdü önüne: 
“Uygun bir şekle giren soru, her zaman arkada neler olup bittiğine dair temel bir meraktan çıkar.”

Çıkışa doğru...
Yol bir kez daha önündeydi. Her şeyi göze almakla başlayacak bir sancıyla, belki de gerçeklikle yüz yüze gelme vakti yaklaşmıştı. Bilinci en büyük sığınağı olacaktı. En sağlam tutması, en özen göstermesi gereken yeri…


“Gördüklerine dayanma yeteneği kadının derin doğasına –bütün düşüncelerin, duyguların ve davranışların beslendiği yere- geri dönmesini mümkün kılar.”

Kapı neredeydi?  



















Not: İtalikle belirtilen cümleler Clarissa P. Estés’in Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabından alıntılanmıştırç