Başıboş bir sessizliğin sonrasında dayanıyorum yine adresini hiç bilmediğim evinin kapısına. İçerde misin? Kimlerlesin? Giderken bana bıraktığın sessizliğin hala iki dudağının arasında mı, bilmiyorum..
Gecelerin zamanı hesaplanmıyor. Şimdi artık tüm kilitler beni boğarcasına üzerime geliyor. Sensizlik, sessizliğine ve gidişine denk gelmeseydi; belki başedebilirdim bu kahrolası kilitlerle. Ama olmuyor… Beni çıldırtmayı başaran bakışların, gelip yerini alıyor karşımda. Gözlerimi senden alamıyorum, gözlerimi bakışlarından.
Sensizlik böyle bir şey mi? Yani varlığının ve yokluğunun girdaplarında dolaşmak gibi.. Çünkü ben ne yana baksam biraz sen oluyor biraz da yokluğun. Eğer yoksan; burada işin ne? Eğer varsan bu sessizlik de ne?
Kapını çalıyorum. Hiç bilmediğim evinin kapısını. Orada mısın? Konuşuyor musun? Kırmızı kelimelerin dökülüyor mu dudaklarından başka kadınların yüreğine, bilmiyorum… Ben geldim diye haykırıyorum sessizliğine. Aç kapıyı, ben geldim!
Duymuyorsun...
Sana diye kullandığım bütün cümleler ayaklarımın ucundan dökülüyor uçurumlara. Adım atsam bir büyük boşluk. Adım atsam yokluk. Adım atsam dipsiz karanlıklar…
Gidişine kaç yolculuk sığdırdın hatırlamıyorum bile. Öyle ya sen hep giderdin. Gelmeden giderdin… Kadınını, hani o kadınlığına hayran olduğunu söylediğin, içindeki fahişeyi yalnızca bana sakla dediğin kadınını, birkez bile sarmadan giderdin. Bense senden kalan kokuyla sevişirdim her zaman. Tadını bir an bile unutmadığım teninin sıcaklığıyla boğuşurdum. Tüm dünya ıslanırdı o an. Şehvet ıslanırdı tırnaklarımın değdiği yerde. Tutku alev alırdı kendi tutsaklığında. Bedenim ürperirdi usulca dokunduğun parçalarımda. Ama sen yine de giderdin. Bense sevişmelerimizin sonrasında derin rüyalı bir uykuya dalardım.
Uyandığımda yanımda olurdun. Kapalı bakışlarını izlerdim. Uyuyan bakışlarını… Dudaklarının kenarında dolaşırdım; ama sen hissetmezdin. Yavaşça ısırırdım sessizliğini. Yavaşça içime alırdım. Sen uyurken sessizliğin kapıları kapalı olurdu. Konuşurdun benimle bize ait cümlelerle. Yorgunluktan ölene kadar konuşurdun. Sen konuşurken ben de yavaşça gözlerimi kapatırdım sesinin gölgesinde. Sesinle yeniden uykuya dalardım.
Uyandığımda yanımda olmazdın. Kapalı bakışlarını izleyemezdim. Uyuyan bakışlarını. Hiç uyumadık ki biz seninle. Birkez olsun dudaklarını görmedim. O kanatırcasına öpüştüğümüz dudaklarını, birkez olsun görmedim. Yalnızca derin rüyalarımda konuşurdun benimle. Sesinin alev aldığı yangınlarda buluşurdum seninle. Durmadan canımı yakardın. Durmadan… Sonra da durulan sesinin rüzgârına bırakırdın beni. Durulurdum… Ve yeniden uykuya dalardım. Belki de bu yüzden uykuyu çok seviyordum. Çünkü ne zaman sana ihtiyacım olsa, sen orada oluyordun. Senin gittiğin benimse seni bulduğum yerde.
Hala hesaplanmamış ayrıntılar saklı adının içimde bıraktığı yara izinde. Kimden kaldığı meçhul ama bizi ayırmaya yetecek kadar da belirgin.
Susuyorum… Çünkü sen susmamı istiyorsun. Kendi sessizliğine beni de ortak ediyorsun. Oysa sen kimbilir hangi karanlık sahnenin son tiradından kalma bir yarayla savaşıyorsun.
Sana gelmek istiyorum, dur diyorsun. Çünkü sen önce kendi oyununun bitmesini bekliyorsun.
Bekliyorum…
Son tiradını oynaman ve benim yanıma gelmen için ben, seni bekliyorum.
Biliyorum, bu oyun sessizliğin ve hesaplanmamış ayrıntıların oyunu. Oyuncularsa, sensizlik, sessizlik, varlık ve yokluk. Sahnenin tozunu sen yutuyorsun, oyuncularıysa ben yutuyorum.
Şimdi birkez daha kapını çalıyorum…
Geldin mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder