PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

25 Haziran 2020 Perşembe

Asansör Hayatlar -I-



“Onda hoşuma giden ilk şey cesaretiydi. O zaman erkeklerin hem çok cesur hem de yalancı olabileceklerini bilmiyordum.  Fransız Teğmenin Kadını/John Fowles


Otuz nisan sabahı büyük bir gök gürültüsüyle uyandım. Mor perdenin neredeyse yere değdi değecek aralığından sızan rüzgârın serinliğinin sinsi sinsi omuz başlarıma vurduğu bir anda gözlerimi açtım. Yasemin kokusu havada asılı kalmıştı. Minicik çiçeklerden öylesine güçlü bir koku yayılıyordu ki bütün varlığımla hissedebiliyordum. Hem güzel hem de tedirgin edici fakat kesinlikle bilincimi ayık tutmak için çabalayan tuhaf bir enerji dolaşıyordu etrafımda. Üstelik korku bey de hemen yanımdaydı. Onu böyle adlandırmak şu an için kolayıma geldi. Bir şeyler isme dönüştüğünde işin içinden çıkmak beni rahatlatıyor. Yoksa elbette korkunun bir cinsiyeti yok. Sanki tüm dünya kocaman bir sessizliğin içine hapsolmuştu. Ben, yaseminlerin kokusu ve birazdan neye dönüşeceğini bilmediğim sabah sahnedeydik. Yasemin kokusuyla uyanışım arasında bir bağ mutlaka vardı. Saat sabahın dört buçuğuydu ve ben böyle saatlerde genelde uyanmazdım. Uyanmam istenmişti. İsteyen kimdi? Niye özellikle o sabahı beklemişti? Bunu size şimdi açıklayamam ama bu, böyleydi. Zaten benim de bunun nedenini buluşum o günün akşamına doğru olmuştu. Nasıl olsa artık bir süre buradayım. Sizler bir defa bu asansöre bindiniz. Ha şunu da şimdiden belirteyim. Asansör hem yukarı çıkıyor hem aşağıya iniyor. Yani katlarda duramıyorsunuz. Bir müddet sonra zamanla da işiniz olmayacak. Siz de benim gibi koy vereceksiniz ve oyun başlayacak.

Evet, nerede kalmıştım? Hah, yaseminlerden bahsediyordum. Derin derin odayı içime çektim. Ben çektikçe içim doldu. Her nefes, içimdeki şeytanı dürtüyor ve sağ tarafımda duran saatin dakikalarına baka baka: “Yapacaksan şimdi yap, tam sırası” diyordu. Birkaç dakika yorganın altında kalakaldım. Düşünceler havuzunun içine daldım. Hani bilirsiniz, çok önemli bir şey yapmadan önceki o birkaç dakikalık an vardır ya karar vermeniz gereken o an, işte tam o andaydım. Birazdan yapmayı düşündüklerimin getirileri ve benden olası götüreceklerini hesaplamaya çalışıyordum. Matematiğin yetersiz kaldığı, duyguların paldır küldür kendini yokuş aşağıya bıraktığı ve size:  “Hay Allah kapana kısıldım.” dedirten çirkin bir haldeydim. Bir şeyler olacaktı. Bir yanım bundan emindi fakat hesapları denkleştiremiyordum. Hepimiz gerçekleri isteriz. Öyle ya da böyle. Ama çoğumuz o gerçeklerle ne yapacağını bilmez. Kimi zaman bambaşka duyguların da birleşmesiyle gerçekler ordusuyla baş edemeyiz. Bedenimin ağırlığı beni yatağa doğru geri çekiyordu. Belki de korkunun ağırlığıydı. Ne de olsa şeytanın benden talep ettiği şey karşılığında cesaretimi satacaktım. Korku ve cesaret kimi zaman yan yana gelmemesi gereken iki duygu. Hele ki korku var gücüyle bastırıyor ve cesaret de hemen yanı başında sızım sızım sızlanıyorsa…  Bu ikiliye yılların getirdiği merak da eklenirse, hiç durmayın. Hemen kaçın. Her neredeyseniz, her kimleyseniz direkt ortamı terk edin. Ya da kalın, benim yaptığım gibi arafta kalmayı deneyin. Çünkü ben kaçamadım. Bu üç usta kurgucu beylerin insafsızlığında boğuldum. Bir tutam gerçek uğruna bütün bir geçmişle hesaplaşmak zorunda kaldım.
İşte otuz nisan sabahı öyle bir asansöre bindim ki o gün bugündür hangi katta ineceğimi bulmaya çalışıyorum. Bir aşağı bir yukarı savrulup duruyorum.

Hikâye burada yeni bir başlangıç yapsa da aslına bakarsanız her şeyin başlangıcı çok çok öncesine dayanıyor. Yıllar öncesine yavaş yavaş savruluyorum. Sonuçta her savruluşun durulduğu bir an mutlaka gelecektir. Kaos ve düzen birbirinden çok uzak şeyler değil.