Bazen yavaş yavaş odaya girişimin üzerinden ne kadar zaman geçti diye düşünürken, aklıma gelen bir yanılsamayla irkiliyorum. Yaşarsınız hani dolu dolu, tüm bedeniniz cevap verir olan bitene. Karşılık verseniz de vermeseniz de bir nedeni elbet vardır sizi, sizinle büyütecek düşlerinizin. Orada, içte bir yerde yükselen seslerin tanışıklığı çok da yabancı değildir ruhunuza. Alıp gitsin istersiniz seslerden, yüreğinizdeki tüm taşları yerinden oynatan her şeyi; alıp gitsin tüm tortulaşmış dünlerinizi. Belki küçük bir fotoğraf karesindeki bakışlardır yerleşikliğinizi bozan, tüm hücrelerinizi alt üst eden. Ya da demli bir çay keyfinde geçip gitmiş, geride bırakılmış bir sohbettir. Belki bir isme sığdırılamayacak kadar çoktular. Kim bilir kimdiler?
Oradaydı ve orada oluşunun bütün hayatına yayılacağının elbette farkında değildi. Kış biterken pencereleri hafif aralık bırakmış, odasının ısısını az da olsa dengede tutmaya çalışmıştı. İlkbahara nasıl geçtiğini anımsamayan yüzlerce aşktan biriydi oysa. Pencereyi ilk ne zaman sonuna kadar açık bıraktığını bile hatırlamıyordu. Ilık ve ipeksi bir rüzgâr dokunuşu gibiydi.
Yüzünde...
Ellerinde...
Bakışlarında...
Düşlerinde...
Bir zamanlar kimliksiz bıraktığı her bir parçasında, her bir parçayla oradaydı.
Sonra, orada olduğunu ona anlatanla yüz yüze getirdi düşlerini. Düşler tene karışınca, gerçekliğinden hiçbir şey kaybetmiyordu. Çünkü düşler, bir tek kendi gerçekliğinde yaşanabiliyordu...
Oradaydı ve orada olurken, kadın olduğunun bile henüz tam olarak bilincinde değildi...
Uzaklara bakar gibi çekilmişti her bir fotoğrafı...
“Uzaklar” diyordu fotoğrafçı: “Hani o bizim bilmediğimiz uzaklara bakıyor senin gözlerin. Uzun yolculuklara çıkmalı seninle. Kasabaların hüznünü tanımalı. Yer sofralarında sıcak bir lokmayı paylaşmalı. Uzaklara, çok uzaklara gitmeli seninle, baktığın yeri hiç dolduramayacağımızın bilinciyle. Bilmem ki ne ararsın oralarda?”
Şaşırmıştı. Kadındı ve kadınlık bir tek dudaklarına değen güneşin yakıcılığında hissedilebiliyordu. Oradaydı. Oraya doğru yola çıkarken kaç kaldırım taşını geride bırakmıştı? Hangi ağaç çeşitlerinin yanından geçmişti? Çiçeklerinin adını biliyor muydu yol üzerinde ona selam veren? Çakıl taşlarına basmış mıydı bir kez olsun gerçekten hissederek. Canı yanmış mıydı yoksa aldırmamış mıydı? Oraya giden otobüsün numarasını bilmediği ve hiçbir zaman da öğrenemeyeceği hangi koltuğuna oturmuştu?
Yaşamında bir dönem başlayan sessizliğin bağlarını ne zaman huzurla çözebilecekti?
Huzur sessizlik değildi. Bunu da nihayet öğrenmişti...
Bazen hızlı hızlı ama istemeden odadan çıkışımın üzerinden ne kadar zaman geçti diye düşünürken, aklıma gelen bir ürpertiyle sarsılıyorum. Ölürsünüz hani yavaş yavaş tüm ruhunuz cevap vermemeye başlar etrafta olan bitene. Karşılık vermek istersiniz, geri çevrilirsiniz. O sesi bir yerden tanırsınız, hani orada, içeride yankılanan sesi... Alıp gider gitmesine bir şeyleri de; alıp götürdükleri bir daha ruhun aynasında görülemeyecek olanlardır. Belki o küçük fotoğraf karesi yırtılmıştır. Belki çay çok bekle[til]miştir. Belki de yerle bir olmuşsunuzdur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder