PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

22 Ekim 2010 Cuma

Oradaydım Söylenceleri I: " Aykırı Bir Akşam"


Talihin ilk defa yazıldığı sayfalardan bu yana, anlatması çok da kolay olmayan gecelerin birinde yaşandı bütün karşılaşmalar. Adı aşk diye kazınmıştı bir defa harflerin hemen yakınındaki bir yere. Yollar aşılmış, zaman askıya alınmış, ona göre aslında çoktan gelinmesi gereken bir yere geç de olsa gelinmişti...
Aşk, çocuksu bir akşamla günü devralmıştı...

Oradaydım...
İstanbul'da...
Şiirlerin yakılıp küllerinden yeni zindanların yapıldığı, ateşin suyla bir tutulduğu, yazgıların el değiştirdiği şehirde... Bilir misiniz İstanbul'un sesi çok kısıktır(!) Duymak isteseniz de duyamazsınız birçok şeyi. Unutkanlıklar duvarda asılıdır her daim, yeni bir unutkanlığa gidilen yol ise çok kısa... Bir gecede terk edersiniz denizi ve bir gecede boğazın sularını çekersiniz gözlerinizden içeri... Yazılı kâğıtlarda yavaşlatırsınız zamanı. Sevdanın uykusu ağırdır; derin bir düş çizgisinin hemen altında. Hasreti gün, kavuşması kordur.
İstanbul'un mevsimi belki de bu yüzden hep sarhoştur...

Uzaklara bakarak görebilmeye çalışmak en yakındakini. Gitmeden kalabilmek kendi kollarımızda. Sıcaklığı kaybetmeden kışa hazırlık yapabilmek. Ömrü yaka paça tutabilmek yürek odacıklarında...
Ah yârim, bilsen nasıl bir tutarsızlıktır kendi içinde yaşamak!
Çiğnenmeden...
Savaşmadan...
Yitirmeden...

Eğer yolun düşerse birgün o eski evin mazgalları paslı kapı önüne, perdeleri hep bir köşesinden açık bırakılmış odanın içinde sakladıklarımıza, şöyle bir bak olur mu?
Bil ki beraberce yaşanılmış onca şeyin zorluğunu halâ tüketemedim kelimelerle. Kimse nerede olduğunu bilmiyor. Hiç kimseye söylemeden yokluğu anlattım. Her akşam yemek yaparken bir parça eksik koydum. Küçük küçük damlacıkları silmedim duş sonrası tenimden. Saçlarımdaki karışıklığı açmadım. Sen olmadığında, olmayışının dokusunu kendi ellerimle çizdim dokunduğun her yere. Söylenmemiş ne varsa ilk zamanlarda karşılıklı, hepsini dile getirdim yalın ayak bir daha söylemeyeyim diye...
Kalma diye...
Sessizce kaldım, ne sana ne de diğerlerine hissettirmeden...

Oradaydım...
Yanlış diye bir döngünün bir an bile olduğunu düşünmediğim şehirde...
İstanbul'da.

Yazgının dili ne de ağırmış yârim...
Notaların yan yana geldiğinde çıkardığı nefes, ne kadar soluksuz...
Çağırınca gelmeyen, ansızın yolculuklara çıkan, valizi her daim üzerindeki giysileri olan o adamı, nerede bıraktın da gittin.

Oradaydım...
Şimdi, burada yazılanların yaşandığı yerde... Kapının kilidini sen açmamıştın bu defa. Kolunda değildi kollarım eve girerken... Koku aynı kokuydu. Nemli bir İstanbul evi...
Bilmem hangi eldi mekân tuttuğum, hangi yaraydı dildeki? Koştuğum hangi bahçeydi dizimdeki yarayla? İlk hangi lisandan adımı çağırmıştın?

Tek bildiğim, her şey orada başlamıştı. Sen pencereni açmıştın, bense seninle içeri dolmuştum aldığın nefesten.

Orada olmak!
Tüm şıkların işaretlendiği yerde...

Madem erken gelecektin aykırı bir akşamın kapı önüne, neden böyle gittin ki?



Bilmem şimdi orası kimde, nerede.

1 yorum:

  1. duyamadığım için belki de yaşayamıyorum ben bu şehri. bu şehri ve bu şehirle birlikte her şeyi...

    uzağımdakini yakınlarıma bakarak aramam da bu yüzden belki...

    YanıtlaSil