Bu kimsesizlik değil. Bunun adı yok. Tarihsel bir süreç içerisinde çoğalan ve artık çoğalmasına bile izin verilmeyen, çoğu birbirinden kopuk, yan bağları aşınmış cümleler. Bağlar arası bir yolculukta itinayla karalanmış birkaç anlam.
İki yol vardı...
Çok sesli bir müzik...
Eşyalardaki dilsizliğin dile geldiği bir anda ve "bir hiçe dönüştürüldüğünü" görünce ayak seslerimin, ilk defa kocaman bir parça kopup gitti.
Anlatmaya çalışmanın nafile olduğu bir geçiş anında fark ettim her şeyi. Bu öyle bir şeymiş ki; değer verdiklerinizin, kimi zaman dokunduğunuz, özen gösterdiğiniz herhangi an'ın gözlerinize aldırmadan damar yolunuzdan kendisini tüm güç ondaymışçasına çekmesi gibi...
Duygular. Savruk ve kırıcı. Sene hesabı yapmadan ve boşluğun çöplüğüne adım daha fazla karışmadan gidiyorum.
Günler... Günler... Günler sonrası
Kayıtlı bir telefon numarasının, kayıtsız olduğu düşünüldüğü bir zaman aralığında seslenişiyle, bir yudum aldım kahvenin midemi zorlayan sıcakla soğuk arasındaki tadından. Sigara molasındaydım, son hazırlıklarımı yapıyordum. Ruhum çalınmış bir halde adımlarımı zorlayarak, odaya girdim ve birkaç sayfa okudum. Tebrikler. Tebrikler.
Kare ve çember. İkisi arasındaki benzetmeyi ilk defa düşürdüğümde günlüğüme, ayrılık kokuyordu şehir. Hep bir pencere vardı. Bir mum. Nereye yerleştireceğimizi bilemediğimiz bir sonsuzluk kavramı, bir tutam tütsü kokusu. Bir düş. Adı konulmuş bir yokluk, her zaman vardı. Kovaladıkça geceyi ilmek ilmek çözüldü her şey.
Yazarken salıncağa binmeyi özlediğimi fark ettim. Lunaparkta o oyuncaktan bu oyuncağa koşuşturmayı. Pamuklu şeker alıp yüzüme gözüme bulaştırmayı. Elmalı şekeri yerken dişlerime yapışmasını. Yalnız kaldığımda, o bir hayal bile olsa ve o her kimse, ona sarılmayı...
Yazarken, yazıyorken bütün kesirli aşkları bir tam sayı haline getirebilmeyi... Öpmeyi, okşamayı, koklamayı.
Bu defa parmaklarım titriyor ve ilk defa karar perdesinden sesim yükseklere doğru çıkıyor. Ne seni, ne de onu üzmeyi istedim.
Ara geçiş:
Bil ki bu bir vazgeçiş değil, bil ki bu bir serzeniş değil. Az çok içime dokunabilmişsen beni anlayacağını biliyorum.
Eğer bir yükü daha fazla taşıyamayacaksan bırakmalısın. Belki de ben çok inatçıydım (inatçıyım evet). Anılardır bir insanın prangası. Sürüklersin, sürüklersin... Ta ki seni kendisinin olduğu yere hapsedene kadar. Bu yolculuğun sonunda ya ondan kurtulmalısındır ya da onu her koşulda taşıyabilmek adına yaşamından vazgeçmelisindir.
Hangisini seçtiğime gelince, kesin ve net bir şey var ki bu defa kendime saklıyorum. Yaşandıkça görülsün diye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder