Işığın gülümsemesine dair bir şeyler karalarken tam da senin gülümsemenle karşılaşmak... Hesapsız bir birlikteliğin karşılıksız seslenişi gibisin. Bir yerde kendi isteklerinle benim isteksizliğime denk gelen anları nasılsa bulup çıkarabiliyor ve üstesinden hiç zorlanmadan gelebiliyorsun. Ruhuna hükmedebildiğim seslerim var. Biraz sessizlikle her şey çığırından çıkıyor. Susuyorum ve sonra sen geliyorsun; konuşuyorum hissettirmeden yaptığını düşünsen de o sessizliği kırıp geçiyorsun. Duyamıyorum. Zaman bu çelişkilerin yörüngesinde sallana sallana tökezleyerek ilerliyor.
Bazı sabahlar, yağmurun sesini duymaya gerek kalmadan odaya dolan o hafif serinlikten anlıyorum bulutların uzaktan el salladığını. Sıcaklığını kaybetmeyi istemediğim adamların adımları gibi usulca sıyrılıyorum yatağın benliğinden. Koca bir uykunun terk edilişinin o buruk yalnızlığını yakalıyorum adımlarımda. Aynaya yönelen isteksiz karşılaşmaların birinde, senden kaçıyorum. Kim olduğunu, içinde gerçekten kimi sakladığını ve bir vicdanın hangi sesiyle karşılaştıracağımı bilemediğim adamın gölgesinden. Oysa sen bir gölge değilsin!
Dağınık kelimelerle günü devrediyoruz. Üzerimizden çıkarmaya gönüllü elbiselerimiz, kelimelerin çıplaklığında savrulup gidiyor öteye beriye. Yakalamak için kısa bir anı kolluyoruz; sonra her şey kendi sıradanlığında her gün giderek birbirine karışan bambaşka seslerin, yüzlerin sırtında kaybolmaya kaldığı yerden devam ediyor.
Eşyalar her zamanki diliyle konuşmamaya başladığında anlıyorum uzaklaştığını. Islak bir pazar sabahının, kendinden zorla kaçırmaya çalıştığın bir cumartesi gününün devrini taşıyamayacak kadar yorgun olduğunu bilerek gelip oturuyorum odaya. Uzun soluklu bir bakışma, nerede biteceğini çoğu zaman kestiremediğim bir karşılaşmayı yüzüme vuruyor. Dayanamıyorum. Hassasiyetin sınırlarını zorlamaya çalışan duyguların dilinden kısa da olsa anlamamayı, yerle bir olan düzenin getirdiği bu düzensizliğin içerisinde bir sihir gibi dumanlaşarak kaybolmayı diliyorum. Olmuyor. Sonra ansızın, gerçeğin çok katmanlı bulvarlarında yalınayak yürürken ve her soluklanışımda, senden kalan izleri sürerken buluyorum kendimi.
Hassasiyete rastlıyorum sokak başlarında; hani o kılcalların ve küçük kahve birlikteliklerinin tanıdık olduğu duyguya. Dudaklarımın üzerinde bekleyen kaygan kırmızılığın yarattığı sarhoşluğun diliyle konuşuyorum. Ağzımın içinde daha önce tanığı olmadığım seslenişlerin heyecanıyla kurulduğun yerdeki sayfalara yetişmeye çalışıyorum. Senden bana bırakılmış kalıntı bir öpüşün can yakan anımsayışında, umarsız sözcüklerinin çemberinde unuttuğumu sandığım her şeyi yeniden hatırlıyorum. Ve bir kez daha anlıyorum ki varlığınla gelen bir ekim gününün de artık yavaş yavaş bu şehri terk etmeye başladığını...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder