Her sabah aynı evin merdivenlerinden aşağıya inip sokağa attığım ilk adımla başlayan o can sıkıntısı, hiçbir zaman geçmedi. Nelere alışmak zorunda kalmıştım oysa ve nelerden vazgeçmek ama işte bu hayatta, alışılamayacak şeylerin de olduğunu burada öğrendim. Ankara, gün geçtikçe soğuk rüzgârların gözlerde anlamsız bir buğulanmaya dönüştüğü yer olmuştu. Ruhun bir türlü evrilmeyen yanları, içine sıkıştığı bedende kendine bir yer bulmaya çalışıyordu. Bulamadığındaysa korku ve telaş her şeyi ele geçiriyordu. "İnsan her şeye alışır." demeyin. Siz öyle dedikçe iyiden iyiye kafamıza kazındı bu meret.
Bir şehrin ana arterleri neredeyse kalbi de orada atmıyordu. Çünkü asıl önemli olan, orada yaşayanların kalplerinin ana arterinin neresi olduğuydu. Benim kalbim Ankara'da hiç atmadı. Varsa yoksa birkaç düzen bozukluğu, o kadar. Şehrin gövdesinden kendimi kurtarabildiğim anlardaysa ritim normale dönüyordu. Yıllarca bu düzen bozukluğuyla yaşadım.
Beş dakikadan az bir sürede semtler değişiyordu. Girdiğim caddeler kendini ele veriyordu. Bilinmeyeni, görsem de benzetemeyeceğim yerleri arıyordum. Ki yaşarken bilinmeyenlerden çok yara almıştım. Ve ben kısacık bir aralıkta, bütün bir şehri kendine benzetmeyi başarıyordum. Yokuş aşağı iner gibi değildi. Suyu bardağa doldurmak gibi değil... Zordu. Yorucuydu. En çok da sevimsiz bir yalnızlıktı. O yüzden bir yolunu bulup kütüphanemin neredeyse yarıdan fazlasını bırakmayı bile göze alarak çarçabuk kaçmıştım Ankara'dan.
Ankara garip bir şehirdir. Sürekli dejavu yaşatır insana. "Bunu daha önce görmüştümlerin, şunu sanki dün yapmıştımların, bunları söylemiş gibi hissediyorumların" başkentidir. Yaşarken özlemezsiniz. Ne zaman seneler geçer aradan, işte tam da o anda aklınıza düşüverir. Sanki ölesiye çırpındığınız, terk etmek için zaman kolladığınız şehir, birdenbire aklınızın -belki de en olmadık zamanda- bir yerine kendini oturtmayı başarır. Bilir misiniz bilmem, Ankara'da aşk hep hüzünlüdür.
Durduk yere olmaz hiçbir şey ve bir "gün" şayet yaşanma ihtimali sınırlarını aşıp "yaşanacak" konumuna gelmişse bazı şeyler kaçamazsınız. Düşünce ve inanç ikilisi kuvvetli bir karışım. Kim ne derse desin. Herkes kendi yaşanmışlıklarından tecrübe edinir. Ben galiba bu karışım sayesinde hep ilginç sohbetlere, karşılaşmalara, görüntülere şahit oldum. Bir şekilde bu böyle oldu. Ben de şimdi bütün bunları durduk yere düşünmedim.
İstanbul kendini geceye hazırlıyor. Ege'de bir mekân hayal ediyorum. Kayıplarım çok. Varsın olsun. Hikâye aynı. Kimin umurunda? Herkesin derdi aynı. Kilometreler bile... Yakınsa uzak; uzaksa daha da uzak olur benim hayatımdaki her şey. Bilmesine biliyorum da bunu bi öğretemedim kendime. Ama öğrendim ki bilince öğrenilmiyormuş. Bütün kadınlar olmadık zamanlarda gidiyorsa bütün erkekler de o olmadık zamanlar da gidiyor. İçindeki bahara, güneşin endamına, koyun koyuna uyunan gecelere, aç susuz kalsan da onun için yaptığın fedakârlıklara, çekingen ama sevimli meraklarına aldırmadan gidiyorlar. Yazara bunu nasıl anlatsam? O hikâyeden aklımda şöyle bir cümle daha kalmış: "Biliyorum, kimi sevsem en son hatırladığım görüntüsü gidişi olur." Benim kalbimin ana arteri... Neyse.
Her şeyi boş ver de şimdi sen uyuyorsun ya bütün ninnileri ben söylüyorum.
Güzel bir yazı beğendim.
YanıtlaSilBenim Ankaram...
http://www.demlihayat.com/2013/03/ankara.html