"Her zaman alıntıların kaybedişe götüren olduğunu düşündüğüm için kendi cevapsızlığımda sızlanırım ama bugün senin suskunluğunun kıyılarına vurdum sanırım."
Yarım bırakılmış hikâyelerin bütün o huzursuz geceleri gibi yorgunluğunla kuşatılmış odanın, kimi solgun renkleri arasında sızlanıyor yine yalnızlığın.
Soğuk bir deniz suyu ya da yağmurun birdenbire farkındalıkta yarattığı herhangi bir ânı kıl payı, günü geçirmek maksadıyla kullanmak, kimi zaman en kolayıdır. Ama kelimelerle resmedilen yazgının anahtarları nedense bir türlü işlerlik kazanmayı bilmez. Böyle zamanlarda küçük bir neşter darbesi yeter de artar bile.
Önce, küçük, hani o pek nerede oldukları anlaşılamayan kılcal damarlarını aramaya koyulursun. Üzerinde gezip dolaştığın yerler sana tanıdık bile gelse, vaktinde uzlaşmadığın onca şey yüzünden sanki bir ilk karşılaşma anında olduğu gibi yalpalarsın. Beynini kemiren sorular etrafında, o kılcallara giden yolu bulmaya çalışırsın. Sorularının muhatabı olabilecek ikinci bir kişi yoktur. En çok da canını bu sıkar ya! Kendi sesinin içinde bir yerlerde yine kendi sessizliğinle boğulmak... Tatminsiz her cevap verme denemesi, her gün karşılaştığın bedenin giderek bir yanılsamaya dönüşmüş olması ve bildiğini sandığın aynadaki karşılığının koca bir hiçle yüz yüze gelmiş olma sancısı yerle bir eder. Yıkıntılarının arasından bakmanın ne kadar zor olduğunu anlarsın. Belini büken, seni hareketsizliğe götüren çaresizliğin değildir. Orada, o küçük kılcalları bulma yolunda karşılaştığın ve seni ihmale sürükleyen her şeydir. Sensindir! Bütün yanlış hesaplamaları kabullenmeni sağlayıp ölü saatlerde kapının hemen önünde uyumasına izin verdiğin kaçışlarındır. Bütünüyle uzak ve yabancısındır "sen" tanımlamalarına.
Ama önce neşter darbesinin verebileceği acıyı benimsemelisin. Yoksa biliyorsun ki o darbeyi ömrün boyunca vurmayacağın gibi sana kendini hatırlatmaya çalışan her şeyi de usul usul belki de tüm şiddetinle uzaklaştırmak için çirkinleşeceksin. Sonra gerçekten o yol üzerinde ilerleyebilirsin. Yani bir gerçeğin olmalı. Varlığından bütünüyle emin olduğun, sayıklamalarına tenezzül etmemiş bir gerçek.
Sokakların uzayan kaldırımları üzerinde yürüyorsun. Belleğine kazınmış fotoğrafları silmek neredeyse imkânsız. Hepsini birer zafer nişanıymışçasına üzerinde taşıyorsun. Zafer kimlerle, ne kadar, ne içtiğini unutursan yıkıcı bir sarhoşluktur. Oysa sen sarhoş olamayacak kadar ayık tutuyorsun aklını. Fazladan birkaç alkol damlası, her güne yaydığın düşünce parantezlerinin içerisinde dikkate alınmayacak kadar değersiz, etkisini yitirmiş... Hepsi hepsi biraz oyalanma seninkisi. O pis gülümsemelerden birisi içinde saklanmıyor mu sanıyorsun? Hani varlığından haberdar olmalarını istediklerinin bunu büyük bir gösterişle yaptığın anlarda seni gelip bulduklarında, yani karşılığını bulunca o sözlerinin, içinden püsküren ama yüzünün ateş hattı gibi görünen sınırlarında fark edilmesi neredeyse mümkün olmayan o gülümsemeden. Yok mu o dokunulması çok güçmüş gibi gösterilip aslında onca zahmete girmenin anlamsız olduğu sahte sarhoşluktan? Elbette var. Neden gidip kırmıyorsun geçmişinden gelen o bakışları? Neden şimdinin azabında onlarca bakışı kurban ediyorsun vazgeçtiklerine?
Zordur. Bir defa anlamlı bir dağarcıktan geçirmişsen kelimelerin bağcıklarını, onları yeniden derleyip toparlamak ve istediğin gibi bir sıraya dizmek hiç de kolay değildir. Bilincin bir darağacı ve sen de bu darağacının gövdesisin. Gövdene zarar vermediğini düşündükçe ve yaraladıkça başka bedenleri, kurtulacağını sanıyorsun. Belki de sen bildiklerinle örtüşmeyeni arıyorsun. Karmaşanın içerisinde bahsettiğim ince, küçük kılcalları bulmayı çalışırken koşar adım kendinden uzaklaşıyorsun. O herkesin bildiği aynanın karşısında duran adamı hiç tanımayacaksın!
İşte bu yüzden gitgide kelimelerle resmedilen yazgının anahtarları sana tanıdık gelmemeye başlıyor. Hiç bilmediğin, ne işe yaracağını anlamlandıramadığın bir anahtarın, bütünüyle kendisine yabancılaşmış bir parçanın işlerliği de olmaz. Kendi içinden sırf başkaları için yaptığın yanılsaması bol alıntıların girdabında çevirir durursun anahtarı. Yabancı bir delikte hiç bilmediğin bir anahtarı çevirip durmak ne kadar da anlamsızdır. Nerede uyanacağını bilmeksizin kendini, bir deliğin boşluğuna öylece bırakıvermek... Oysa böyle zamanlarda bir neşter darbesi yeter de artar bile!
"Her zaman alıntıların kaybedişe götüren olduğunu düşündüğüm için kendi cevapsızlığımda sızlanırım. Ben alıntıların yabancısıyım."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder