İşten ayrılmanız, bana yazamamanız, baharın gelişi, üzerinize çöken bıkkınlık, yorgunluk, bezginlik hayatın sonu değil! En güzel sözü zaten kendine söylemişsin.“Bu da geçecek...” Bana da söz bırakmamışsın ki ne yazayım şimdi ben sana. En iyisi biraz düşünmek.
Şimdi, bu kızın derdi var, sebebi ne olursa olsun ben gerçek bir dost isem düpedüz yazmalıyım, kıvırmak yok. Öyle şeyler söylemelisin ki yanında hissetmeli dost omzunu. Bu da yürekten konuşmakla olur. Bu arada dilerse biraz da ağlasın, bu kötü bir şey değil ki. Hadi yokla yüreğini, karıştır biraz. Muhakkak sadece dostlara ayrılmış bir şeyler vardır. (bunlar benim iç konuşmalarım, sen duymadın...)
Sıkıldığımda bıyıklarımı yolarım ben. Sanırım hanımlar da saçlarıyla oynar. Bunun onları rahatlattığını duyarım hep! Şaka kaldıracak hâlin var mı şu anda bilmiyorum ama, yazacağım yine de. Meselâ diyorum, saçlarını turuncuya boyatsan... Neyse, soğuk nevale gibi bir şeydi söylendi geçti, üzerinde durma. Sahi, doğum günün ne zaman bilmiyorum. Gel bugün doğum günün olsun, ben de kutlamış olayım yürekten. Bugün hiç yolun düşmeyeceği halde, Karanfil Sokağa git. Kendine bir hediye al, baharları güzeldir Ankara’nın. Meselâ, azıcık bahar! İstanbul’da nisan lâle ayıdır, sonuna doğru erguvanlar açar, meselâ, üzerindeki hüzün elbisen, bugün erguvan renginde olsun.
Seni İstanbul’a getirecek Sivas trenini göndereli epey oldu. Soruyorum her gün Haydarpaşa Gar’ına, Ankara’da takılıp kaldı galiba.
Hoşça kal hüzün...