Doğanın utanması yoktur. Renkler de doğadandır. Öyleyse boş ver gitsin!
Parmak ucu kılcallarından başlayıp kalbe nükseden narin bir yakınlaşma gibidir İstanbul; eğer boşluklarından haberdarsan. Kuyusundan su çekersin önce. Sonra yol başlar. Düz mantık vitesinde çıkılacak yokuşların sayısı çok azdır; çünkü duygular kadar esneyebilseydi yaşam, her gün bayramlık elbiseleri yatağının kenarına bırakılmış çocuklar gibi şen olurdu.
Şehir yüzünü değiştirdi. İnsanlar yüzsüzdü. İstanbul’un neden beni emzirmesine izin verdim bilmiyorum. Tüm yargılarını koynunda uyut da gel. Zira uykusuzluk çekecekler bu şehirde. Burası katastrof. Her dalga beklenenden büyük, her yokluk şüphesiz ki ev yapımı acılı; ama gerçekler de var pinokyoların şehrinde. Hangi elekten düştün bu şehre kim bilir ama burası hep "Bir şey var içimde" mıknatısının ters kutbu insanlarla dolu. Beslediği kadar kölesi yapıyor.
Gelenin sen olduğunu bilseydim kapıyı açmazdım İstanbul. Kapımın önünden boşları alıp gitmiş. Hangi çokluğuna yetişeceğimi şaşırdım. Görünmeyen bir adamın/kadının gölgeni kıskandıracak kadar sana yakın olması gibi... Her tür gürültüsünü ninni gibi dokuyup, bir cam kenarı yolcuğunda göz kapaklarının üzerine çöreklenmesi gibi…
Kırık çıkıkları geçerken yola atıvermişler toplaya toplaya geldim. Bir insanın kaderi olabilecek tek şehir İstanbul ama daha öncesinde çizmiştim bir uykuda. Yatağımın yanındaki duvarın üzerine dövmelemiştim. Üç nokta... Her noktadan bir hayat çıktı sonra. Uykuyla gecemin arasında bir yerlere sıkıştılar. Boyut dedikleri, yaşadıkları yerdi. Fantastik imlâ hatalarıyla karıştırdım bir ara. İnanasım gelmedi ilk sabahımda İstanbul’da uyanınca. Harf sayısı tek elinin parmaklarından azsa ve takı almamışsa boşuna gelmiyorsun demektir.
Yedi kapısı varmış bu şehrin. Masalı acıktıran kelimeler sende. Doyabilir mi sanıyorsun? Doymaz! O zaman perdeleri açılsın İstanbul'unun...
Suya dayanıklı bir telve olmalısın, fincanın teninden çıkmayacak...
... Geleceğim bir süre sonra. Aynı sokakta olursan seslenirim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder