Okundun, baş tacı edildin. Unutulmadın... Sesin hep ulaştı. Nefes kadar yakındı sözlerin. Kulakta ve yürekteydi sesin... Yazsam, o ruh haliyle canını sıkacaktım. Hüzün dolu sözler yazmak istemedim. Diledim ki sözlerim artık umut koksun...
Şimdilik geçti. Biraz soluk aldım. Önemsenecek bir şey yok. Yıllar evvelinin hataları… Dün boşluğa sıktığım kurşunlar gelip beni buldu. O ara üzerime gelenleri savuşturmakla meşguldüm. Bu yüzden dostları ihmal ettim.
Böyle anlarımda salak sarsak gezerim ortalıkta ta ki sorunu kafamda toparlayıp çözemesem dahi, bir yerlere oturtana kadar. Belki komik gelecek ama hep tek başıma düşünmek ve içinden çıkmak zorundayım. Sana üç cümle de olsa konuşacak, paylaşacak, dertleşecek bir dostumun olmadığını söylesem inanır mıydın? Emin ol öyle! Yıllardır böyle sürüp gidiyor. Bağışla ama “Salih”te geçen satırlar ne yazık ki doğruydu;
“ bir sokak iti gibi yaralarını yalayarak sağaltan adamdı o”
Sana arabesk gelmesin ama öyle işte! On sekiz yaşın çelişkilerini çoktan aşmamıza rağmen halâ niye çocukça davranır insan bilemiyorum. Galiba böyle öğreniyoruz ve insan hayatı boyunca hem öğrenicidir hem de öğreticidir. Umarım sen dostsuz değilsindir. Başın sıkıştığında seni en azından dinleyecek birileri vardır umarım. Belki başını yaslayacağın bir dost omzu.
Mektuplarında içtenlikle sevindiğim şeyler okudum kararlarınla ilgili. İstanbul’a olan büyük sevdanı bildiğim için, bize adına gönülden sevinmek düştü. Eğer bugün konuşabileceğim bir dostum olsaydı onunla önce dostluğu konuşurdum. Bundan ne anladığımı uzun uzadıya yazdım, yazıyorum ve hep kendime. Bu, aynı zamanda kendime yönelttiğim bir soruydu. Yalnız biri de ancak kendine konuşur, kendine sarılır herhalde. Yine insanla ve hayatla ilgili ilk anda sıralanan bir yığın şey var defterimde. Onları da konuşurdum o dostla. Bir adım ötede o bıkılmayan değil, içinden çıkılmayan şey, aşk dururdu.
Binlerce yıldır yaşayan, belki her insanı derinden etkileyip meşgul eden fizikte sonsuzluk, matematikte çözülemeyen denklem, imkânsız problem olan şey... Uğruna savaşlar çıkarılan cinayetler işlenen, ocak, aile söndüren, ülkeler batıran, hayatı sonlandıran, ayrılıklar yaşatan, insanın ayağını yerden kesen şey; Aşk!
Çıldırmakla, mecnunlukla, meczuplukla aynı anda anılan şey... İhanetler, kırıklıklar, acılarla birlikte anılan aşk! Hemen arkasından romantizm gelirdi. Romantizmin yasaları var mı? Kuralları, fonu, mizanseni... İnsan nasıl duygulanır? Nasıl yoğun yaşanır? Bireysel ve toplumsal romantizm. Düşüncede, ideolojide romantizm…
Sonra felsefe gelirdi, benim karışık listemde öylece duran. Ardından edebiyat. Ardından politika, evrensel ve yerel... Ve tarih ve sosyoloji de... Bilinen kültür ve medeniyetlerin etkileşimleri; çatışmaları - mirasları... Bizim medeniyetimiz... Estetiğimiz. Sanatta, kültürde felsefede, yaşamda, edebiyatta estetik değerlerimiz... Ve bizim bakış açımız, durduğumuz yer, evrensel kültürü kavrama, insan unsurunu en doğru biçimde tanımlama...
Özgürlüğe bakış; ihtilâller – darbeler - muhtıralar ve getirdikleri götürdükleri, etkileri...
Gençlik ve bugünkü durumu; kazanımlar – kayıplar - yozlaşma... Kültürel yozlaşma,(medya-sermaye – politika - güç ve iktidar savaşları.) Doğu batı çatışması ve sentez arayışları..
Bir insanın bir toplumun bir dönemin romanını yazabilmek için gereken her şey!
Gelecekle ilgili kuramlarımız, tahminlerimiz, değerlendirmelerimiz, kişisel ve toplumsal duyarlılığımız. Çelişkilerimiz, kabullerimiz, saplantılarımız, paradigmalarımız, değişmezlerimiz, değişkenlerimiz... Kabuller değişebilir mi, bu konuda kesin hüküm konulabilir mi? Hipotezler, hükümler, kesin sonuçlar... Metafizik, eşya ile insanın arasındaki diyalekt, mikro ve makrokosmos...
Örfler, geleneğin kuşatıcılığı, bireysel ve toplumsal açmazlar... İntihar, toplumsal yaralar, çareler... Kuşak çatışmaları.
Daha birçok can alıcı, can sıkıcı konu ve biz bunların neresindeyiz? Gücüm yettikçe bunları konuşurdum. Bir araştırmacı, bir otorite, uzman olmasak da en azından bu konularda az da olsa bilgimiz bir birikimiz ve bir bakış açımızı konuştururduk onunla. Yaşadıklarımızla, yaşananlarla, tanık olduklarımızla, merak edip okuduklarımızla daha da önemlisi bütün bunların bize sağladığı görüş ve tecrübe ile... Hayat hikâyelerini romana dönüştüren şeyler de bunlar sanırım. Bir roman için kaçınılmaz şeydir sorular.
Aslında uzun araştırmalar yapmıştım. Boş bir çabaydı. Bu beni çok farklı noktalara götürdü. Çok ilginç, çok uçta sayılan zıt kaynak ve kültürlerden beslenmiş, zıt bakış açısına sahip kişilerle tanıştırdı. Bir yığın soru hazırlayıp uzun araştırmalar yapmak zorunda kaldım. İlginç panellere, sohbetlere katıldım. İkinci okulumu bu yüzden uzattım.
Köy, kent, sokak insanlarını tanıdım. Dışlanmış gruplarla diyaloglar kurdum. Onların dünyasına tanık oldum. Hastanelerde psikolojik tedavi gören, hastalığı ilerlemiş kimselerin dünyalarına girmeye çalıştım. Siyasiler, politikacılar, mafya üyeleri ile görüştüm. Bir yığın insanla dostluğum oldu.
Dostla bunları konuşurdum. Onunla en çok Salih’i konuşurdum. Eğer Salih’i gerçekten tamamlama düşüncem olsaydı ve eğer korkmadan yazmayı isteseydim malzemem çoktan hazırdı. Otuz yılın birikimi vardı kıyıda köşede. Fazlasıyla da zihnimde ve içerisinde yukarıda saydığım şeyler var. Temelinde aşk, sevgi… Merkezinde ise kısaca insan duruyor.
Konusu:
68 kuşağından kentsoylu bir kadın. Okul yıllarında öğrenci olaylarına karışmış, sol hareketler içinde yer almış ve 80’li yıllarda darbe sonrası yaşanan çözülmeyi yoğun bir şekilde yaşamış, evliliği ayrılıkla sonuçlanmış. Bir süre intihar takıntısı olmuş.
Bir yerde o şimdinin olgun bir kadını. Yaşadığı ihanetler, duygusal kırgınlıkları, çıkış arayışı, kimlik ve değer bulma çabaları… Aşka, sevgiye, dostluğa, arkadaşlığa yeni bir bakış açısı kazandırabilmek için bunları sorgulayışı…
Yeni tanımlamalar, tanışacağı ilginç kişiler ve kişilikler ve bu arada diğer düşünce ve ideolojilerin irdelenmesi. Farklı ideolojilere sahip kişiler arasındaki alışveriş, iletişim. Duygusal yakınlık, ilişkiler sonrasında yaşanan boşluk ve bireysel açmazlar.
Kısaca o kadın ve onun etrafında gelişen olaylar. Onun gözünden ve dilinden bakacaktı hayata, Salih.
Sonra dost sıkılırdı sohbetimden. Ona çay yapardım ellerimle. Eğer isterse bağlamam eşliğinde en içli türküleri söylerdim. Kemanımı ya da udumu konuştururdum. Rastın hüzzamın, hicazın en güzel şarkılarıyla birlikte. Susmamı isterse de susardım hiç bıkmadan.
Özrü sona sakladım ihmalimden ötürü.
Hoşça kal.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder