PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

15 Ağustos 2010 Pazar

Sıcak Bir Mevsim ve Ellerimde Yaralar

Adam kollarını yavaşça yüzüne götürdü. Durumundan sıkıldığı, bir şeylerden kaçtığı belliydi. Henüz beş dakika olmuştu onunla karşılıklı oturmamız ama bu sanki aylardır içimde saklı duran tutkunun, geç kalmış bir buluşma adresinin verdiği cesaretle tanımadığım bir adamı anlamama yetiyordu. Zaman bir alev gibi yakıp geçiyordu. Alevler arasında kalmış gibiydim. Ne yana gitsem küçük küçük ateş parçacıkları tenime dokunuyordu. Orada ne yapacağımı bilmeden öylece oturuyordum. Gittikçe içimde çoğalan ona dokunma duygusu korkularımla birleşince zaman zaman yerini öylesine gösterilen bir gülümseyişe bırakıyordu. Gözlerinden bu halime anlam veremediği anlaşılıyordu. Hem zaten bastırılan duygumun sonucunda ben de ne yaptığımın tam olarak farkında değildim.

Saatler sonra artık hiç konuşmadı. İstediğim bu değildi. Oysa o, aylar önce benim günün yavaş yavaş yüzünü geceye çevirmesini ve ıssız bir karanlığın ortalığı kaplamasını beklerken gözlerimde canlandırdığım ve o dört kare pencereden içeri aldığım adam değildi şu anda, burada karşımda oturan. Sessizliği hiç düşünmemiştim onun yanında. Çünkü ne zaman görsem gözlerinde hep dalga geçtiği çocukların onda bıraktığı tuhaf kahkaha vardı. Sürekli bir şeyler anlatıyordu. Bazen bıraksa yarına bile yetişemeyecek olduğunu düşündüğüm sözleri vardı. Anlamadığım böylesine çoşkun bir nehir nasıl olurdu da bir an hiç tatmadığı sessizliğin kapıları ardında kalabilirdi? Özlemim, içimdeki coşku sönmemişti daha. Oysa O tamamen farklı bir yolculukta adımlarını sayarak ve arkasına hiç bakmadan ilerliyor gibiydi. Bu öldürücü sessizliğin ardındaki dalıp gitmeler beni sarsıyordu. Kaybolup gidiyordum onun peşinde. Duygularım, yıllardır bir türlü ket vuramadığım yanlışlarım hala benimleydi ve ona doğru amansızca sürüklüyorlardı beni. Bir an gözlerinden uzaklaşıp kendimle başbaşa kaldığımda tenimin soğuk yaralarıyla irkiliverdim. Dokunmak… İhtiyacım olan buydu; ama öncesiz ve sonrasız bir zamandaydım. Aslında biz diye bir şey hiç olmamıştı. Yalnızca düşlerim ve etkisinden kurtulamadığım isteklerim beni buraya, bu adresi gecikmiş yere getirmişti. Kaçamazdım… Çünkü ben de gelmeyi istemiştim. Şimdiyse bir onun uzak şehirleri anımsatan gözlerinde, bir de tenimin soğuk yaraları arasında gidip geliyordum.

Bir an kendine gelir gibi oldu ve bana baktı. Sanki neden ben diyorcasına umutsuzca beni izledi. Yüzündeki şaşkınlık, o hiç alışmadığım uzaklık içten içe konuşmamı engelliyordu. Sanki ufacık bir şey desem o buluşma adresini ve onu bir daha hiç bulamayacaktım. İlk defa karşısında sessiz kalmayı seçtim. Bu durumdan memnun olmadı. Devamlı bana o eski o tanıdık olmazlıkları anlatıp durdu. Hiç dinlemedim. Yalnızca kulağımda yankılanan kızgın ve umutsuz sesi oldu. Kelimelere yüklenen anlamlar benden çok uzaktaydı ve ben bilerek onlardan kaçmıştım. Oralarda, onun bile ulaşamayacağı yerlerde olmak garip bir avuntu oluşturmuştu bende. Kısa bir an bile olsa onu terk etmiştim ve kendimleydim. Bu karşılıklı uzaklaşmalar müziğin aramıza girmesiyle son buldu. Etrafıma baktığımda tanıdık gelmiyordu hiçbir yüz. Sanki saatlerdir orada oturan ben değildim. Anlaşılan hiç de orada olmamıştım. O da kim bunlar dercesine bana baktı. Yalnızca omuzlarımı kaldırdım umursamazca. Zaten pek de ilgilenmedi.

Yine bir yolculuğa hazırlanır gibiydik. O biraz daha erken davrandı. Gözlerini yumup başını öne eğdi ve yine uzak şehirlere gitti. Bu kez hoşlanmadım bu oyundan ve ellerine dokunup onu kendime çektim. Birdenbire tenimde soğuk bir mevsimin sıcağa dönüşümünü hissettim. Titreyen ellerim onu hayrete düşürmüştü. Bıraksam bir daha tutamayacağımı biliyordum ellerini. Yine de istemesem de o sıcak mevsimi bırakmak zorunda kaldım. Şimdiyse eski ve soğuk yaralarımla yeniden beraberdim. Bu her şeyden çok yakıyordu canımı. Adresi kaybetmeyeceğimi bilsem her şeye boş vermek geliyordu o an içimden. O ilk dakikalarımızdaki cesaret artık yoktu bende. Ona anlamlar veremediğim gibi kendime de yanıtsız kalıyordum. Gittikçe kaybediyordum bir şeyleri. Önce o hep dokunup da hissetmek istediğim ılık bir teni, sonra isteklerimi, kararlarımı ve en sonunda da cesaretimi kaybettim. Bana bir mevsim getirebileceğini umduğum adam bana binlerce mevsim getirmişti ve ben hangisinin doğru mevsim olduğunu bulamıyordum. Denediğimdeyse hep yanlış mevsimlerde kendimi buluyordum.

Zamana karşı gözlerine bakıyordum. Bomboştu… Bir kez daha yıkıldım. Aceleyle saatine baktı ve apar topar sadece “ gitmem gerekli” diyerek kalkıp gitti yanımdan. Öylece kalakaldım hiç tanımadığım insanların bakışları arasında. Eylülün gittikçe soğumaya başlayan rüzgârları, saatlerce tenimde dolaştı durdu. Israrla kendimden, bu söz geçiremediğim benliğimden uzaklara kaçmaya çalışıyordum. Ama her defasında aynı yerde, aynı bilinmezliklerin içinde gözlerimi açıyordum. Oysa çabalarım boşunaydı. Adam soğuk bir mevsimin yalnızlığına hiç aldırmadan çekip gitmişti. Bense en eski yaralarımla birlikte ardından sadece bakmakla yetindim.

O mevsim hala yaşanmadı ve hala aynı yaralar ellerimde. O ise kim bilir hangi sıcak
mevsimin kollarında, kiminle?

1 yorum:

  1. tatil dönüşü iyi geldi bu kelimeler gerçekten iyi geldi :)))

    YanıtlaSil