"Söz bu kırılır sinede, saklanmaz yine de…”
Jehan Barbur
Teker teker saymaya başladım. Önce hangi ismin kalbimde titrediğini bulmak onca yıldan sonra çok zor olur sanıyordum.
Olmadı.
Geçmişin kapıları ağır değildi. Bir durgunluk hali, bir yaprağın olur olmaz kıpırdanışı, aylak bir rüzgârın tenimi sıyırıp geçmesi yeterliydi. Kalbimdeki titreşimler büyümeye başladıkça isimler de harf harf büyümeye başladı. En çok onun adının baş harfi yol oldu damarlarımda, usul usul geçti koridorlarımda.
Sıcaktı.
Unuttuğunu sanmanın bakiyesiydi hatırlamak ve yanılgılar daima pusuda bekleyen acılardı.
Sonra yeniden saymaya başladım. Üstüne basa basa, geride kalan günlerin takvim yapraklarını yırta yırta onca şey arasından. İçime işlemiş yanılgılarım ve doğrulmak bilmeyen kararsızlıklarımla baş başa günlerce akıp giden hayatın çıtını çıkarmadan saydım. Geriye kalan hep bir isim, varlığıma eklenmeyen bir aşk oldu.
Yoktu.
İnatla, azimle yerini dolduramadığım bir hayalin üzerime sinmişliğiyle yılları devirip en huzursuz uykuları uyudum. Çare değildi uyanmak, yeni bir günün getirilerini hesaplamak. Oradaydı ve süresi belli olmayan bir zamana kadar da orada kalmaya devam edecekti. Kalbimin o hep beklenmedik anlarda dayanılmaz bir ağrıyla geri tepen ve tıpkı bir gönüllünün her şeye göğüs gerip katlanışı, olanı biteni sahiplenişi gibi sessizlikle karşıladığı o sözler, sancısı büyük bir sızıyla devroldu.
Hatırladım.
Tutsaklığımın meşrulaştırılmış haliydi bu sızı. Kurtulmayı başaramadıkça da hayatım boyunca izlerini her duyduğum cümlede hatırlayacaktım. Çünkü biliyordum, sözler kâinatın kara büyüsüydü. Ve bu büyünün tek çaresi bir başka büyüğünün etkisinde kalana kadardı.
O son andan kalan izlerin, tek tek kalbimi dağlayan sözlerin sancısı bir türlü geçmek bilmiyordu. Önceleri başa çıkmakta zorlanmıyordum ama zamanla ruhumdaki delikler her geçen gün daha da büyüdü. Şüphe damarlarımda kor bir ateş gibi dolaştı. Kurtulmaya çalıştıkça daha da saplandı. Ne gün geceye ne de gece güne devroldu. Zamanı kaybolmuş odalarda aklıma yenilmemek için savaştım. İtinalıydı sözler. İlmek ilmek kanıma giriyordu. Oysa farkındaydım olup bitenin. Adanmışlığımdı beni çaresizce hareketsiz bırakan, yüreğimi dağlayan. Uğruna kaybettiklerimi düşündüm. Kalbimin içindeki her kımıldayış, ansızın sessizliklerimi bölen her hatırlayış beni bugünden, yaşanabilecek her yeni başlangıçtan alıkoymuştu. En çok da böyle kolu kanadı kırık olmak, bir yol, bir çıkış bulamamak beni kendimle karşı karşıya getiriyordu. Sınırlarımı bilmek istiyordum.
Ezberlerimi bozmam, tanıdık gelen onca şeyden kurtulmam gerektiğini anladığım birgün, yeniden teker teker saymaya başladım. Başka türlü olmayacaktı. Yarattığım zindanlardan çıkmak için ona ait olan her şeyi temizlemeli ve belki yerine başarabilirsem yenilerini koymalıydım. Önce eşyalardan başladım. Yatağımın altındaki kutularda, birlikte okuduğumuz kitapların sayfa aralarında, giysi dolabının en kuytu köşesinde saklı tuttuğum anılarda biriktirdiklerimi birer birer hayatımın derinliklerinden çıkardım. Hâlâ ilk gün ki gibi tazeydi anılar. Kendimi izledim. Sonra onu ve bizi… Kolaydı acılara tutunmak, sanıldığı kadar zor değildi. Yaralarla büyümeyi, onlardan eski de olsa yeni bir dünya yaratabilmeyi her nasılsa başarabiliyorduk. Hafızalardan silinmeyen, yaşamdan da silinmiyordu. Kalple beyin yer değiştiriyordu.
Hayallerimin başkahramanının, hayallerimin önünde duran bir engel olduğunu da er geç o engeli yıkmam gerektiğini de ona ait her şeyi toplayıp kapının önüne koyduğumda fark ettim. Bir zamanlar onun gelişine açtığım kapılar tek bi anın içine sığıvermişti. Ve kapı tereddütsüz kapanmıştı. An önemliydi. Başlangıç ve sonun sahibi, sürüp giden hayatın kimi zaman iyi kimi zaman da kötü tanığıydı. Her şeyi kendi kıskacında tutan, parçalanmasına müsaade etmedikçe de yerini korumasını bilendi. Korktukça seni kendisine hapseden, vazgeçtikçe yıkıntılarını yüzüne acımasızca vurandı.
Yıllarca süren gönüllü yangının ateşi yavaş yavaş söndü. Bazı şeyler birdenbire olurdu ama bütünüyle geçmişin külleri arasına karışması için de ‘anlar’ birleşmeliydi. O kapıyı kapatmıştım. Hiç yapamam sandığım şeyi arkamda bırakmıştım. Bir son yazmalıydım yeniden başlayabilmek için… Ben de öyle yaptım:
Zamansız gelir bazen bir şeyler.
Beklemezken… Hep içtedir oysa o, adı her neyse.
Onca kırılmış hayalin ardından, onca seslenişin kalpte bıraktığı yangına rağmen gelendir. Umulmadık bir sessizliğin bozuluşu hep böyledir.
http://egoistokur.com/burcu-yildizer-yazdi-adi-her-neyse/
07/02/2016
hiçbir şey tam ortasından kırılan bir şeyin engin bilgeliğine erişemez.. kırılmak yaşamın sunduğu en derin gerçekliklerden biridir, gerçeğin gözlerinin içine bakmaya zorlar adamı;
YanıtlaSilve hiç bir şey gerçeğin çağrısı kadar kışkırtıcı olamaz..
Onca yıldan sonra... Ne güzel şey bir gerçeğin çağrısını duymak! Çok ulaşmaya çalıştım da olmadı. Neyse ki birimizin yeri belli bir diğeri ulaşabiliyor.
Silkayboluşlar da, tıpkı susuşlar gibi hatırayı öldürmeyen bir şey ve hiç unutmadan hatırlıyor olmak güzel.. yâdigâr olmak, yâdigâr kalmak güzel!. hiç vazgeçmeden okuduğuna seslendiğinden onca aradan sonra, ses bulmanın sevinci güzel, ona zaman sanki hiç akmamış gibi, 'kaldığı yerden' diyebilmek güzel!. bu sevinci anlatabilmek zor!. 'yaşamın en güzel gülümsetişlerinden biri, büyük mutluluk' demek belki niteleyebilir bunu!. belki de, önce kaybedip, yıllar sonra bulduğun, müşfik ateşler gibi, yakmayan, iç ısıtan
Silbir eski dostun gelişine için için sevinmek, en içten gülümseyişle ona
'iyi ki varsın!' diyebilmek!.
iyi ki 'var'dın!.
ve;
kaldığı yerden!. :)